24 Şubat 2022

KAR… YAR… KAN.

Yazar: Eylül Ayşe KAR

“tüm trenleri kaçırdın, acıklı bir roman gibisin şimdi.”*

                                                      *Cahit Külebi’nin Kış Yorumu şiirinden.

Sobanın üzerindeki demliğin çıtırtısı eşliğinde, sofayı dolduran sokak lambasının loş ışığı altında boncuk işlemesi yapıyordum. Kendi halimde dünyadan soyutlanmış bir şekilde ahenk ile boncukları iğneden geçirirken:

— Dedeeeeeeee, deeeeeedeeeeeee! Kar yağıyor, karrr…!!!!

Sesi evin tüm duvarlarına çarpa çarpa neşesine neşe ekleyerek koşar adım Enes yanıma geldi. Gözleri heyecandan ışıl ışıldı sanki o an odayı sokak lambası değil de onun bir çift bal rengi gözü aydınlatıverdi. Perdeyi açtı ve çekyatın üzerine çıkıp zıplamaya başladı. Bu onun için bir sevinç ritüeliydi.

— Pek güzel evladım, pek güzel. Allah bereketli etsin; ekinler, canlılar susuz kalmasın inşallah, deyiverdim. Cevabım Enes’i tatmin etmemiş olacak ki zıplamayı kesip birden bana yöneldi.

—Sen sevinmedin mi dede? diye sordu.

Sevinemedim diyemedim.

—Olur mu öyle şey yavrucuğum. Kar nimettir, dedim.

—Nimet ne demek dede?

—Nimet, nimet, nimet… Yavrucuğum, nimet hayattır.

Gözümdeki yaş elimdeki boncuğa düştü. Enes ne yaşı ne de nimetin ne olduğunu anladı. Sevincini yaşamaya geri döndü, bense o güne gittim.

Şubat 29, hava buz gibi, sobada odunlar çıtır çıtır yanıyor, hanım elinde bardak tepsisi ile içeri giriyor; mis gibi demlenen çayı bardaklara dolduruyorum. Çocuklarla bir yandan çayımızı içip diğer yandan radyodan tiyatro dinliyoruz. Çocuklar oyundaki aksiyondan pek memnun. Birden, küçük oğlum İlyas perdeyi açıveriyor. Bir de ne görelim pamuk pamuk kar yağıyor, her yer bembeyaz olmuş. Karı gören çocuklar tiyatroyu unutup başlıyorlar sevinç çığlıkları atmaya. Bense sessiz sessiz, hayranlıkla göğe bakıyorum. Öyle güzel yağıyor ki mübarek, istemsizce dudaklarımdan “SÜBHANALLAH” dökülüyor. İlyas o kargaşada benim sesimi duymuş, yanıma sokuluyor. Mavi gözlerini kocaman açıyor ve:

—Babacığım “Sübhanallah” ne demek?

— Sübhanallah; Allah tüm olumsuzluklardan uzaktır, Allah kusursuzdur yani Allah noksan sıfatlardan uzaktır demek. Güzel bir şey gördüğünde bu zikri yapmak lazım.

Bu sefer o da gökyüzündeki kar tanelerine bakıp evdeki herkesin duyacağı yüksek bir sesle “Sübhanallah” diyor.  Sonra zaman ilerliyor, yataklar yapılıyor ve çocuklar karı izleyerek uykuya dalıyorlar. Akşamki o karnaval havasından geriye sadece sobadaki son odunun çıtırtısı kalıyor. Kar ihtişamından hiçbir şey kaybetmeden yağmaya devam ediyor. Hanımla göz göze geliyoruz; gülümsüyorum, onunsa göz bebeklerinin en derininde benden gizlemeye çalıştığı bir korku var, görüyorum.

—Hadi yatalım, diyor.

—Olur, diyorum.

O mışıl mışıl uykuya dalıyor, bense bu sefer onun gözlerindeki endişeyi ve korkuyu alıp kendi yüreğime giydiriyorum. Gece gittikçe kararıyor, kar gittikçe artıyor.

Zaman hızla ilerlerken korkulan oluyor ve hanım uyanıp kocaman gözleriyle bana bakıyor. Göz bebeklerinin içinde bu sefer acıyı görüyorum.

  Korkma, halledeceğiz. Korkma, ben yanındayım. Korkma, Allah bizimle ,diyorum.

Benim cümlemden sonra dudaklarında ufak bir tebessüm beliriyor. Tüm soğukkanlılığımla önce gidip yan lojmandan ebe hanımı çağırıyorum.  Sonra karşı komşumuz Safiye Hanım’a gidip ondan çocukları bu gece evinde misafir etmesini istiyorum çünkü çocukların masal gibi başlayan akşamları bir kabusa dönüşmesin istiyorum. Sağ olsun Safiye Hanım gelip bizim üç oğlanı alıp evine götürüyor. Çocukları yolcu ettiğim sırada ebe hanım da doğum için gerekli hazırlıkları yapmaya başlıyor.  Hazırlıklar bittiğinde doğum da tam anlamıyla başlamış oluyor. Şans bu ya, terslikler peşimizi asla bırakmıyor. Çok zorlu bir sürecin içerisine giriyoruz. Zaman ilerledikçe meslek hayatımın en zor doğumunu gerçekleştireceğimi anlıyorum. Eşimi o halde görünce yardım çağırmayı deniyorum lakin aradığım bütün telefonlardan “Hava muhalefeti sebebiyle köyünüze şu an ambulans gönderemiyoruz, kusura bakmayın doktor bey.” cevabını alıyorum.  “Doğum bu, doğum hava şartı mı bekler, kapalı yol mu anlar?..” diyemeden telefonu yüzüme kapatıyorlar. Ebe hanımla çaresizce doğumun gerçekleşebilmesi için her yolu deniyoruz ama zaman ilerliyor, kanama artıyor, eşimin gücü gittikçe tükeniyor. Nimet’in elini son kez sıkıca tutuyorum:

—Hadi bir tanem, hadi Nimet’im. Sen yardım et Es-Selam, diyorum.

Bir zaman sonra kızım elime doğuyor. Ay parçası gibi olan yüzüne bakıp:

—Ne kadar da nazlısın be yavrucuğum, anneciğine ne acılar çektirdin, beni ne kadar çok zorladın, deyip mis gibi kokusunu burnuma çekip alnına bir buse konduruyorum.

Nimet, kızımızı kucağına alıyor, uzun uzun sarılıyor, koklayıp öpüyor.

—Ahmet, perdeyi açar mısın?

Perdeyi açıyorum. Kar tanelerinin hala aynı büyüleyici hızıyla dökülmeye devam ettiğini görüyoruz.

Nimet:

—Kızımız adıyla geldi babası. İsmi Berfu olsun. O benim bembeyaz kar tanem.

Bebeği benim kucağıma, ruhunu ise Rabb’ime teslim ediyor… İşte o gece ben bir kar tanesi ile bir meleğe sahip oluyorum. Birinin sevinci diğerinin acısını geçirmedi; birinin acısı diğerinin sevincini gölgeleyemedi. Hayatımın en uzun gecesini yaşadım. Masal gibi başlayan akşam ölüm gibi soğuk ve doğum gibi mucizevi bir gerçek ile son buldu.  Sabahın ilk ışıkları pencereye vurduğunda ben, üç oğlum ve Berfu Anadolu’nun bir köyünde yapayalnız kalakaldık. Artık hiçbir yaz bizi ısıtamadı; hiçbir kış bizi sevindiremedi. Sadece gri ve yağmurlu bir kasvet gelip çöktü ömrümüzün üzerine. Enes’in:

—Anne, anne, anne, annnnneeeeee! Yaa anne baksana anne. Sevinsene anneee!..

Çığlıkları ile gerçek ana döndüm. Odanın lambası açılmış, karşı çekyata kızım gelmiş oturmuş hiç fark etmemişim. Kızım yağan kar tanelerine dalıp gitmiş, çehresinde ise ince bir hüzün var…

Sahi Berfu ne kadar da çok benziyor Nimet’e?