23 Mayıs 2023

Tutamıyorum Zamanı

Yazar: Eylül Ayşe KAR

Gözümün nuru Fulden’e…

Sabah saat kaçtı bilmiyorum. Telefonum çaldı. Uyku mahmurluğuyla ekrandaki “Hemdem” yazısını gördüm. Ben aynı anadan doğmadığım hâlde kardeşim olarak benimsediğim insanlara hemdem derim. Siz bilir misiniz hemdem ne demek?  Hem, birlikte demektir. Dem,  nefes anlamındadır. Hemdem ise beraber nefes alan iki solungaca benzetilir. İyi ve kötü zamanda en samimi şekilde birbiriyle iç içe olan iki insan demektir hemdem. Bizim de hemdemimle hikayemiz on beş sene öncesine dayanır. Arka Sokaklar’ın ilk çıktığı zamanlar, üzerimizde mavi önlükler, ellerimizde pembe beslenme çantalarımız, ders aralarında birbirimizin ellerinden tutarak aç kapıyı bezirganbaşı oynadığımız zamanlar…Hemdemim sırf beni seçsin diye en sevdiği meyveyi ya da en sevdiği rengi tutardım hep. O da beni hiç yanıltmaz hep beni seçerdi. Hiç unutmam, bir gün aşı yapmaya hemşireler geldi okula. 40 kişilik sınıfta kimse ağlamadı da bir biz ağladık. Bizim aşımıza aynı anda yaptılar. İğnelerin kolumuza saplanmasıyla ellerimiz birbirine bağlandı. Biz işte o gün anladık her acıda birbirimize tutunacağımızı.

Ben o zamanlarda da peynir müptelasıydım. O, o zamanlarda da peynirle kan davalıydı. On beş yılda kimler kimleri sevdi de o bir peyniri sevemedi gitti. Ama peyniri sevmeyi bir türlü beceremeyen bu kadın gitti bir yiğidi sevdi.

Ay şimdi normal geliyor bu değil mi?  “Anam, vakti gelince herkes bir kalbe yerleşecek.” diyorsunuz. Yok anacığım o iş öyle değilmiş. Davulun sesi uzaktan pekmiş. Yakınında çalsın bakalım o davul, sen yine böyle konuşabilecek misin? Konuşamazsın.

Bizim kız bir gün telefonda  “Seviyorum!” dedi. Bunun üzerine daha bir şey de diyemiyorsun. Çünkü bu kelime, kelimelerin en sihirlisi. İçinde yeşeren bütün kötü duyguları, bir gün gerçek olmasın diye Küçük Prens’in baobabları söküp atması gibi söküp attıım. İşte bu kötü duygulardan kurtulunca geriye sadece “Onu çok mutlu etme.” duygusu kaldı. Beraber geçireceğimiz vaktimiz kısıtlıydı ve ben küçük kelebeğim avucumda uçup gitmeden ona benden izler, hatıralar bırakmak istiyordum.

Uykulu bir şekilde açtım telefonu. Bıdı bıdı bir şeyler anlatıyordu. İki ay içerisinde hem evlenme teklifi alacak, hem sözü hem nişanı hem de nikahı olacaktı. Ben bu durumun ağırlığını düşündükçe kargo uçağı olup onun omzundan o yükleri almak istiyordum. Çünkü ömrü boyunca ona “Ben, senin yorulduğun yere han yaparım.” diyen insanların i’si kalmamıştı etrafında. Kalanlarsa sadece bir şeyler söylüyor ve moral bozuyorlardı.

Benim pamuk prensesimse sabahın köründe milyonlarca şey anlatmış ve sonra da bana “Bugün benimle gelinlik bakmaya gelir misin?” demişti. Onu evlendirmekten daha ağır ne olabilir derken  işte bu çıkmıştı karşıma. Evet onu gelinlikle görmek ilk bana nasip olacaktı. Hayat ne garip? Hem en değerlimi, gözümün bebeğini verdiğim yetmiyormuş gibi bir de en değerlimin bu duygusal güne hazırlık işini de bana vermişlerdi.

Kendisi bir melek gibi onlarca gelinlik modeli deniyordu. “Nasıl oldum?” sorularına beni maruz bırakıyordu. “Senin gibi bir pamuk prensesin kendi öz kostümü içerisinde çirkin olma ihtimali var mı? Söyle bana hele?” diyemiyordum. Sadece ağzım açık, baktım gözlerinin içine ve kalbimden dilime dökülen Sivas Divriği’nin yürekler dağlayan Akşam Olur Karanlığa Kalırsın türküsünü istemsizce okudum.

“Beni koyup yad ellere varırsın / Sana zulüm bana ölüm değil mi?
Odası toz olmuş dolabı duman / Uyan kömür gözlüm uykudan uyan / Oy gelin gelin sevdalı gelin öldürdün beni / Ellerin elime değdiği zaman / İster ölüm olsun ister ayrılık / Oy gelin gelin sevdalı gelin öldürdün beni.”

Ben türkü okumayı da oldum bitti beceremem zaten bunu da yine o bilirdi buna rağmen mısraları unutarak ya da karıştırarak yarım yamalak okumaya çalıştım türküyü ama o yine anladı benim ne demek istediğimi. Türkümü okudum,  bitti.

O ise ellerimi tuttu ve bana dedi ki “Ben yad ellere gelin gidiyor olabilirim,  bir ademin eşi olacak olabilirim, belki de doğacak çocuklarıma ana olacak olabilirim. Ama sen hiçbir yere gitmeyeceksin aynı dün olduğu gib bugün de yarın da nasıl ellerim ellerini sımsıkı tutuyorsa, kalbim de kalbini son atışına kadar sımsıkı tutacak.”

İşte ben o gün bu cümlenin üzerine başka bir cümle kuramadım. Sadece  tuttuğu eli daha sıkı tuttum. Bu da zaten en güzel cevaptı.