29 Şubat 2024

Dede Parkı

Yazar: Rabia Mutanoğlu

Ahmet Arif Parkı’ndan ulusa sesleniş…

 

16 tane bank var. Her bankta çiftli ve tekli olmak üzere dedeler… Kimileri sürdürdükleri muhabbetin heyecanı ile ayağa kalkmış. Çoğu oturuyor, bastonları ellerinde. Kırmızı atkılı bir amca var, çok ciks, çok marjinal. Belli, gençliğinde az canlar yakmamış. Başında bir kasket, kaşe kaban. On numarasın amca.

Her geçen dakika parka yeni dedeler geliyor. Yavaş yavaş yürüyorlar. Elleri arkada birleştirmiş, bazılarında tesbih var, bazılarında yok. Bazıları dijital çağa ayak uydurmuş, telefonlara bakıyor.

Arap çocuklar geldi küçük küçük. Top oynamaya başladılar. Amcanın biri kızdı onlara, çocuklar hemen kaçtı. Ne gereği var sanki el kadar çocuklara kızmanın? Bağırmadılar bile. Ah şu nefret…

Bazı amcalar tek başına oturuyorlar, yapayalnız. Çok üzülüyorum öyle oturan bir yaşlı görünce. Ah şu yaşlılık… Garip çehreler…

Bir amcayı gözüme kestirip yanındaki boş banka oturuyorum. Telefonum, işlerim, derslerim… Hepsini mental olarak yok sayıyorum ve bir dede olduğumu hayal ediyorum. Ben bir dedeyim… Dedeyim ben. Emekli, çocukları evlendirmiş, cumadan çıkmış bir dedeyim. Ohhh. Hayat bambaşka artık.

Kuşlar uçuyor tepemizde. Korkuyorum talih bana vuracak diye. Ama neyse canım, dedeyim ben. Kimseye caka satma gibi bir derdim yok.

Önce düşünmeye başlıyorum. Uzunca düşünüyorum kafamdaki tilkileri. Bir türlü susmayan şu geveze tilkileri. Sonra gözüm yola kayıyor. Biri park etmeye çalışıyor. “Cık cık cık”lıyorum. Öyle mi koyulur o araba be yavrum?

Dede nüfusu artmaya başladı. Bankları 3’lemeye başladılar. Benim yalnız kurt dedem hala tek başına oturuyor yanımda. Dönüyorum.

 

“Amca, dede parkı mı burası?” diyorum otuz iki diş; dedeliğe girişimin ilk tozlu espirisinin heyecanı ile.

Duymadı. Tekrar ediyorum.

“Dede parkı mı burası?”

Kulağını gösteriyor. Duymuyorum ki hiç, diyor. Eliyle yanına pat pat yapıyor ki yaklaşıp söyleyeyim.

Son bir kez daha deniyorum.

“DEDE PARKI MI BURASI AMCA?”

Başını sallıyor evet anlamında. Çok ona hitap etmedim belli.

 

O sırada yan banktan küfürler duymaya başlıyorum. Bir kaos var orada belli. Hah diyorum, işte benim tabiatım. Dedeler sinirli belli ki. Ben de dinlemeye başlıyorum neymiş dertleri. Arada gülüyorlar, arada küfürler… Ben de tüm dedeliğimle katılıyorum bu mükemmel sohbete. “Acaba” diyorum, “benim olmam gereken yer gerçekten burası mı?”

O sırada bir amca, oturduğu bankta tırnaklarını kesmeye başlıyor. Şok içinde kitleniyorum. Bir yandan da gündemi yorumluyor. Hayranlıkla izliyorum bu çoklu görev becerisini. Pardon, siz gençler ne derdiniz? Hah, multitasking becerisi demek istedim.

 

Bir dede oturdu yanıma. Başlıyoruz konuşmaya. Önce birbirimizin memleketlerini öğreniyoruz. Tüm sohbet bunun üzerine şekillenecek, biliyorum. Allahtan pürü pak Anadolu çocuğuyum da jargonu az çok biliyorum.

Dede ile uzunca dertleşiyoruz. Kulakları da az duyuyor, tüm dertlerimizi bağıra bağıra konuşuyoruz. Tabii bu sırada parktaki herkes hayatıma yeterince hâkim oluyor. Arada sıkılıp ellerimiz arkada yürüyerek bank değişiyoruz. Benim bir ara sinirden gözlerim doluyor. Dede başlıyor gözlerimi dolduran şeye küfretmeye. Beni alıyor bir gülme. Durduramıyorum. Kahkahalarımla birlikte akmaya başlıyor yaşlar, gülmekten.

Her cuma sonrası gelirmiş bu parka. Tekrar geleceğim, diyorum çünkü geleceğim.

Terapimi buldum

 

Topluyorum eşyalarımı. Son bir bakış atıyorum dede parkına, parkıma. Tırnağını kesen amca diğer eline anca geçmiş. Gülüyorum. Benim dostum olan dede ile son bir kez “sıkma canını”laşıyoruz. Kanka olduk galiba.

 

Yürüyorum arabama. Laptopumun kapağını açıyorum ve başlıyorum yazmaya.