10 Mayıs 2024

Gezen Semaverden, Seyahatnameye

Yazar: Tuğba KORKMAZ

Gözlerini hangi ülkenin sabahına açacağını bilmeden yollara düşen, güneşin batıda yittiğini bildiği için yönünü doğuya çeviren bir maceraperesttir seyyah. Bir iz peşindedir. Ülkelerin, toplumların, kültürlerin, olanın ve olmayanın izini sürer. Bir Bosna Atasözünde “seyahatin önündeki tek engel kapının eşiğidir” denir. Evet bu doğrudur. Seyyah kararını verip omuzuna yükünü attığı gibi önüne çıkan eşiği geçer ve bilinmedik dünyalara bir yolculuk başlar. Seyyah özgürdür aynı zamanda. Gezerken, yerken, içerken, gülerken, düşünürken özgürdür. Yalnız seyyah “seyahatnameye” dönüştüğü an özgürlüğü kısıtlanır. Önyargılar, kültürel farklılıklar, dini ve milli duygular zaman zaman özgürlüğün ötelenmesine sebep olur.

Hayat serüvenimizde hepimiz birer seyyahız aslında. Neden mi? Çünkü insanoğlunun hayatı tam olarak merak ve keşif süreciyle baĝlantılıdır. Bu süreci anne karnından başlatıp mezara kadar devam ettiririz. Kimimiz uzak diyarları yakın kılar, kimimiz yakını uzak. Ancak herkesin bir seyahati vardır. Kimi uzaklarda, kimi yanıbaşında, kimiyse ruhunun en ücralarında arar seyahati.

Seyahat edip gezip gördüğüm yerleri bir dahaki gidişimde sıfırdan başlayarak sanki ilk kez geziyormuşcasında dolanır ve her seferinde yeni şeyler keşfederim.

Çok gezen mi bilir çok okuyan mı? Klişesini gözden geçirirsek ikisinin de yeri ayrıdır fikrimce. Mesela bir kişi sürekli seyahat eder, gezmediği, görmediği yer kalmaz ancak sorsan gittiği yerlerin adını dahi hatırlamaz. “Kastamonu muydu? Safranbolu mu? Ya hani şu eski evlerin olduğu yer adı her neyse!” Diyerek geçiştirme cümleleri kurar çünkü seyahat ettiği yerleri öylesine gezmiş ve bir bilgi birikimine sahip olmamıştır. Oysaki seyyah böyle olmaz. Çok gezer, çok öğrenir, çok bilir… Çünkü o öylesine değil “bir şeyler öğrenmek” adına gezmiştir. Kitap okuyanlara gelince; gözler okur, beyin yorulur, gönüle en ufak bir bilgi kırıntısı düşmezse ne fayda gelir o okumaktan. Ne güzel demiş Yunus Emre “İlim ilim ilmektir / İlim kendin bilmektir / Sen kendini bilmezsen / Bu nice okumaktır”.

Velhasılı kelam, “bilmek” için ne çok gezmek ne de çok okumak yeterli değildir. Bilgi insanın, özünde, varoluşunda gizli bir hazinedir. Seyyah bu noktada gördüğünü, duyduğunu, okuduğunu yüreĝinde bilip hissetmeden kaleme alamaz, alsa da kıymetli olmaz.

Seyahatname yazmak büyük bir meseledir. Seyyahın gittiği ülkeyi, toplumu, kültürü bilerek seyahat etmesi ayrı, bilmeden seyahat etmesi ayrı bir derttir. Çünkü bilerek gidince önyargılar devreye girer, bilmemekte absürt hallere düşmeye sebebiyet verebilir. Bunu bir kaç örnekle müşahhaslaştıralım: mesela seyyah dini ibadetleri hakkında  bilgisinin olmadığı bir topluma gidince onların yaptığı her davranışı tuhaf bir şekilde yorumlar. İslam’a dair bilgisi olmayan bir seyyah namazı spor hareketleri olarak yorumlayabilirken Hristiyanlık hakkında bilgisi olmayan bir seyyahta vaftiz törenini bebeği niye kilisede banyo yaptırıyorlar diyerek tuhaf bulabilir.

Konumuza dönecek olursak seyahatname, bir seyyahın bilgi birikimini, kültürünü, inancını, önyargılarını, tasavvurlarını, aklî ve kalbi mülahazalarını kapsayan oldukça mühim ve zevkle okunabilecek bir yazın türüdür. Seyyahın merakı, yeni yerleri görüp keşfetmesiyle ortaya çıkan kimi zaman doğal kimi zaman yapay bir oluşumdur seyahatname. Ezcümle “Seyahatname, seyyahın ta kendisidir!”.