9 Ocak 2024

Gökkuşağının Kayıp Renkleri

Yazar: Müberra KOÇAK

Her birimiz gökkuşağının birer rengiyiz. Gökyüzünden yeryüzüne uzun bir yolculuk yapmışız. Kimimiz bu yolculukta renklerini kaybetmiş kimimizin renkleri yavaş yavaş solmakta kimimiz ise hâlâ gökyüzündeki o berrak renklerini saklıyor. Tek bir kusurumuz var: Bize zarar veren şeyleri hayatımızdan kolay kolay çıkartamıyoruz. Hepimizin sakladığı ve savaştığı acılar var. Kaçımızın üzgünken ya da mutluyken fark etmeksizin sığınacağı güvenli bir limanı var, kaçımız kendinden haberdar, kaçımız önemsiyor bu yorgun yüzü, kaçımız aynadaki benzi soluk bu yüze değer veriyor? Peki kaçımız bağlanıyoruz daha da kötüsü bağımlı hale geliyoruz, önce ruhumuzu sonra yavaş yavaş bedenimizi öldüren bu sinsi karanlık şeylere?

Önce kalbimizde sonra zihnimizde dönüp dolaştıktan sonra yavaşça dudaklarımızdan dökülen bu zehirli dumanın adı sigaradır. Bizi sahte hayallerle oyalayıp anlam karmaşasına sokan bir yudumluk nahoş bardağı genelde alkol diye biliriz. Bizi bizden alan bir avuç renkli ama bir o kadarda hayat karartan kıymet biçtiğimiz bu tatsız şekerlere madde deriz. Varımızı yoğumuzu adayıp en sonunda şeytanla anlaşma karşılığı ruhumuzu bizden alan hile dolu masalara kumar diye sesleniriz. Bizi kendisine köle eden bu ucuz, içi boş, renkli, minik kutucukları ise teknoloji olarak tanırız.

İnsan; daima genç kalmak, gençliğini merakla canlı tutmak, hayatının renklerini korumak ister. Bazen bu uçsuz bucaksız merakın dalları gökyüzüne ulaşacağım derken göğün yerini kaybeder. Aydınlıktan sapıp karanlığa doğru bir yol çizmeye başlar. İnsan bu karanlığı ya fark edemez ya da aldırış edip önemsemez. Sonunda hor görülen, bencillik edilen ve mahvolmuş bir halde hayatını sorgularken bulur kendini. Yavaşça buğulanan gözleri önce yerdeki su birikintisine sonra gökyüzüne bakar. Kendine başka renkler ararken kaybettiği renklerini düşünür. Hüznünün en yalın halini görür sudaki titrek görüntüsünde. En sonunda o buğulu gözler yavaş yavaş ellerine kayar. Nasıl yapabildim, diye sorar bunu kendine… Nasıl kurtuluşu burada arayabilecek kadar yolundan sapan bir seyyah oldum; nasıl rengarenk bir düşten ibaretken sararıp soldum?

İnsan kendi dünyasını bu tür çirkin şeylerde tüketse de dünyada umut bitmek tükenmek bilmez asla. Bazen aydınlığa ulaşabilmek için karanlığa dokunmak gerekir. Burada önemli olan o karanlıkta tamamen kaybolmamaktır aslında. Önemli olan özünün farkında olmak, içindeki senin ellerini asla bırakmamak, sıkıca kavramaktır. İnsanın en büyük dostu yine kendi olmalıdır. Bir dumanı, bir acı yudumu dost bilmemelidir. İçini açmamalı, içine almamalıdır ona kötülük katan hiçbir şeyi.

Kötü alışkanlıklar, günün sonunda vicdanımızın üzerine düşen bir damla asit gibidir. Onunla baş etmeyi bilmeyen renklerini kaybeder ve yok olur bu delik deşik ruhla beraber. Oysa insan o delik deşik ettiği ruhunun deliklerine yeniden çiçekler ekecek güce de sahiptir. Belki de heves etmiyordur değişmeye belki de merak etmiyordur eskisi kadar gökyüzünü. Belki de artık kırmızı, sarı, mavi, mor yerine kendini grilere kapatır olmuştur…

Uğrunda yaşayacağımız ya da yaşamamız gereken tonlarca şey var aslında. Sadece artık eskisinden daha yorgun, bıkmış, ölü ve umutsuzuz. İçimizdeki melodiler neredeyse susacak, zihnimizdekiler bizimle birlikte bir şeyler yapmazsak bizden önce toprağa karışacak. Kötücül bir düş olmalı tüm bunlar yoksa insan bile bile kendine bu kötülüğü neden yapar? Hayatına soktuğun bu gri dumandan sonra unuttun gökyüzünün berrak maviliğini çiçeklerin kokusunu soluyamaz oldun. Belki de en kötüsü bir anneyi evlat kokusundan mahrum bırakıp is kokusu solumaya mecbur kıldın. Dudaklarından bedeninin derinliklerine ulaşan o duman yüzünden günbegün canlılığını yitirmekte naçiz vücudunun her bir köşesi. Elinde keyifle tuttuğun bardağın her bir köşesi sahteliklerle kaplanmış, gerçekle hayali ayırt edemeyecek kadar seni senden almış. Peki ama karşılığında sana ne bırakmış? Hayata sarılacağın o minik ellerinle dokunmuşsun üç beş kirli renge. Oysa insan unutur mu hayatın renklerini birkaç tane solmuş gülle. İşte, ışıklar şimdi sönüyor, ruhun asla varamayacağın hayali bir patikada soluksuzca koşuyor. Kendini bir gün soluksuz bırakmak uğruna bile olsa yine de durup arkasına bakmıyor. Önünde bir dolu masa, seninse zihnin alabildiğine hayal âleminde yüzüyor. Kaçmayı seçiyorsun hayat denen bu filmden. Oysa işleyen bu saat senin zamanından eksiltiyor. Sense benliğini bir bardakla değiş tokuş ederek zihnini bulandırmayı seçiyorsun. Sonra koyuyorsun fanilerin icadı olan rengarenk banknotları ardından bir bakmışsın masaya konulan sen olmuşsun. Ceplerin dolarken benliğinden eksiliyormuşsun. Oyunun sonunda kendini kaybetmek uğruna bile olsa hırs bürümüş gözlerini belki de en son göreceğin şey masadaki sen olacaksın tüm kaybedilenlerden sonra. Her gece bir parça daha vaktini yedirdiğin bu evcil hayvanını ise bıkmadan usanmadan pür dikkat izleyecek ona bağımlı hale geleceksin. Her gün saatlerini ve bir gün yıllarını verdiğini anladığın bu kirli oyunu kazandığında, hayata karşı mağlup olduğunu ve hayatın bir rövanş bile teklif edemeyecek kadar katı ve keskin kurallarla bezenmiş bir oyun olduğunu o gün fark edeceksin. O gün gelmeden uyanman, gökkuşağına doğru koşman gerek…

Neyse ki şanslısın! Gün her zaman zor da olsa doğuyor, aydınlığa ulaşmanın bir yolunu mutlaka buluyor. Dün de doğdu ondan önceki gün de ve bugün de senin için doğuyor. Sana rehber olmak için var. Sana yol göstermek, kaybettiğin o renkleri sana yeniden bahşetmek için var. O muazzam, kendine has renklerini güvenle muhafaza etmen için var. Ellerinden tutup seni gökyüzüne ulaştırmak için var. Sen varsın, umut var!

Haydi, kır artık zincirlerini! Zihnine hükmeden seni esir etmiş düşüncelere kulak verme. Seyahat etmek bir işe yaramaz gökyüzüne ulaşıp renklerine kavuşamadıktan sonra. Kendini sevmekten, bedenini sağlıklı tutup ona nezaketle yaklaşmaktan daha güzeli yok. Bunu başarmanın ise başka yolu yok. Kurtulacaksın renklerini senden alan tüm bağımlılıklardan. Özgür bırak artık karman çorman olan zihnini, seni köleleştirip değer biçen şans oyunlarına kelepçeleri tak. Doldur artık hür bir oksijenle baştanbaşa ciğerlerini, bu sefer kötü alışkanlıklara prangaları sen tak. İyi olacaksın, söz! Kavuşacaksın yeniden renklerine. Tutacak ellerinden yeşiller. Sana yol gösterip rehberlik edecekler.

Şimdi kapat gözlerini ve düşün. Bu sefer sen bir söz ver kendine. Karanlıkta bir başına kendine ıstırap mı çektirmek ister insan yoksa sonsuz maviliğin üstünde tüm ihtişamıyla bir renk cümbüşü oluşturabilmek mi? Bağımlılıklarından kurtulana dek renklerine veda etmen gerek. Unutma, karanlıkta doğup büyüyen hiçbir gökkuşağı yok!