30 Kasım 2023

Hoşgörüyü Buldum – 5

Yazar: Özge İNSAN

Ben hoşgörüyü fark ettim,
Ben hoşgörüyü, Mevlana’nın “Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol.” sözlerinin arkasında fark ettim.
Yıldızlarla kaplı gecelerimiz, cıvıl cıvıl kuş sesleriyle yankılanan gündüzlerimiz vardı. Cami avlusunda huzurla akşam ezanını bekleyen dedelerimiz, helal rızık kazanmak için gecelere kadar çalışan babalarımız, eşlerinin yokluğunda bir arada toplanıp tatlı tatlı muhabbet eden teyzelerimiz, annelerinin müsaade etmesiyle heyecanlanıp kendini sokaklara atan; gece yarılarına kadar oyunlar oynayan çocuklarımız vardı. Şimdiyse ne bir çocuk sesi ne de bir sohbet sıcaklığı hissediliyordu bu sokaklarda. Çiçekler yalnız, ağaçlar küskündü. Güneş sanki tüm tebessümünü çekmişti sokaklardan. O da dargındı insanlara, tıpkı toprak gibi…
Toprak önceleri insanlara rızıklarını veriyor, onları hiçbir nimetten mahrum bırakmıyordu. Buna karşılık insanlar, toprağın verdiği değerli nimetleri israf ediyor; toprağı hor görüyorlardı. Ama o yine de tüm bunları sinesine çekiyordu. Bu halinin sebebi ise üstünde neşeyle oyunlar oynayan çocuklar, alnı secdeye varan gençler, dilinden duası; elinden Kur’an-ı eksilmeyen büyüklerimizdi. Sadece bunları yapmakla da kalmayıp herkesin vefat eden yakınlarını da kıyamete kadar bağrına basıyordu. İnsanlar ise toprağın onlar için yaptığı iyilikleri unutup, onu kirletmeye devam ediyorlardı. Toprakara ara kendi diliyle onları uyarıyordu. İnsanlar bunu görmüyor; toprağın özenle büyüttüğü rengârenk çiçekleri koparıyor, doğanın nefes almasını sağlayan ne varsa bir bir yok ederek onun canını acıtıyorlardı. Toprak bu dertlere artık dayanamayıp felaketini insanoğluna göndermişti. İnsanoğlu bu felaketle maddi ve manevi zararlara uğramış. Yer yerinden oynamıştı. İnsanlar, yaşadıkları zorlukların hepsine neden olanın toprak olduğunu düşünüyorlardı. O ise yaptıklarının karşılığını alamadığı için üzgün olduğu kadar çaresizdi de. İnsanları ahirete hazırlamak için elinden geleni fazlasıyla yapmıştı. Bir süre sonra merhameti her şeyden yüce olan Yaradan; toprağa sakin olmasını, hoş görüsünü tekrar kazanmasını emredecekti. Topraksa sorgusuz sualsiz tabii olacaktı bu emre. Allah’ın mizan terazisi de girecekti işin içine. Yaşananlardan ders alanlar ayrı, bu durumu hor görenler ayrı kefeye koyulacaktı. Böylece toprağın hoşgörüsünün karşılığında adalet yerini bulacaktı.

Hoşgörü bir uçurtma gibiydi. Kimileri onu kaçmasın diye elinde güvenle sıkı sıkıya tutarken, kimileri bir anlık gafletle elinden kaçırıveriyordu. Ancak bu uçurtmanın uçması için rüzgâr gerekiyordu. İşte imandı insana rüzgâr olarak sunulmuş olan. Kim ki bu rüzgârda uçurtmasını uçurabilirse o zaman sonsuzluğu kazanabilir, gerçek Müslüman olabilirdi.
Bulut ve toprak insanları hoş görerek tutmuştu sıkı sıkı uçurtmayı. İnsanlar onlara ne kadar zarar verse de. Onlar asla hoş görmekten vazgeçmemişlerdi.

Gül dikenlerini hoş görerek sarılmıştı uçurtmaya. Dikenleri ne kadar canını acıtsada. O sabretmiş, karşılığında mükâfatını almıştı.
Ecdadımız fethettiği yerlerde böbürlenmeyip hoşgörü uçurtmasını almıştı eline. Zalimlere asla kaptırmamak üzere…
Müslümanlar tüm zorluklara katlanarak yakalamışlardı hoşgörü uçurtmasını. Sonsuz güzellikleri kazanmayı amaçlayarak…
Fakat bizler Efendimiz aleyhisselâmın armağan ettiği, ecdadımızın en güzel şekilde süslediği; Allah’ın emriyle toprağın, gülün, bulutun sahip çıktığı bu kıymetli hoşgörü uçurtmasını elimizden hor görerek kaçırmıştık. Rüzgârımız var diyorduk ama uçurtmamızı sonsuz gökyüzünün maviliklerinde dalgalandırmayı beceremiyorduk.

Bizler birbirimizin kusurlarını, bir gece gibi örtmek yerine küçük problemleri bile kocaman hatalara dönüştürmüştük. İyiyi, doğruyu, güzeli aramamız gerekirken tam tersi kusuru aramıştık. Hiç düşünmemiştik kırdığımız kalbi, Allah’ın seviyor olabileceğini.
Bizler belki uçurtmamızı kaçırmıştık ama bu yüzden gelecek nesillerin gökyüzüne küsmesine asla izin vermemeliydik. İşte bu yüzden hoşgörüyü bir Müslüman’ın kalbine, herkesin artık tahammülsüzleştiği bu dünyada ince ince, nakış nakış dokumalıydık.

Şimdilerde ise; uçurtmamızı kusurları örten gecenin karanlığından, hoşgörümüzün ışığıyla bulmalı, yaşadığı yerlere hoşgörü tohumlarını eken Yunus Emreleri örnek almalıyız. Biz Türk Müslüman gençleri olarak “Her ne ararsan kendinde ara.” diyen Hacı Bektaş-ı Velilerin nesline uygun davranarak uçurtmamızı edalarda büyük bir gururla dalgalandırmalıyız. Şeyh Edebali’nin kaleminden dökülen “Gördün, söyleme. Bildin, deme.” sözlerine kulak vermeliyiz. Mevlana’nın “Hoşgörü kulakları ile dinle.” sözlerini tüm kalbimizle hissetmeli ve hissettirmeliyiz. Efendimiz aleyhisselâmın “Hoşgörülü ol ki sana da öyle davranılsın.” sözünün hakkını verebilmeli, meyveleri ve yaprakları çamura düştüğü için ağacı sevmekten vazgeçmemeliyiz. Göremeyenlerin veya duyamayanların da hissedebildiği en güzel hasletlerden biri olan hoşgörü uçurtmasını gökyüzünün maviliklerinde özgürce kanatlandırabilmeli,
Gülün; canını acıtan dikenini,
Balığın; denize zarar veren insanları,
Kalbin; hislerle hareket etmeyen aklı,
Sıcak havalarla birlikte eriyip kaybolan karın; güneşi,
İlkbaharın; çiçeklerini solduran sonbaharı,
Ve dünyanın, tüm insanlığı hoş gördüğü gibi hoş görmeliyiz.