15 Mart 2022

“KOZALAR” veya Güvenli Alanlarımız

Yazar: Faruk Mustafa EKİCİ

İkinci Dünya Savaşından sonra insanlığın tanrıya ve hümanizmaya olan inancının zayıflaması ile birlikte insanlığın içinde bulunduğu kaos güçlendi. Bu süreci takip eden Soğuk Savaş yılları insanlığın artık hiçbir alanda kendini güvenli hissetmemesine yol açtı. Çünkü terörizmin etkisiyle savaş taktikleri değişti ve kitlesel bir savaş yerine psikolojik savaş taktiğine geçildi. Sokak ve öğrenci hareketleriyle birlikte sokaklarda patlayan bombalar, sivil itaatsizlik eylemleri, soykırıma varan toplu eylemler kitle psikolojisinde farklı bir yöne doğru evirildi.

Adalet Ağaoğlu’nun “Kozalar”ı da tam böyle bir noktaya dikkat çekiyor. Birbirinden aymaz üç kadının etrafında dönen oyunda, çağının sorunlarının farkında olmayan kalburüstü olan veya öyle olduğunu zanneden kadınların aslında hiç de güvende olmadıkları bir ev gerçekliğini bize yansıtıyor.

Bu evde kadınlar dedikodu yapıp örgü örmekten başka bir şey yapmıyorlar. Aslında kendi gerçekliğinin içinde tutarlı üç kadının hikâyesine tanık oluyoruz bu oyunda. Ancak kadınların dış dünyayla olan bağlantısı radyoda dinlenilen haberler ve çalınan kapıyla sağlanıyor. Kendilerine güvende zannettikleri bu alanda aslında hiç de güvende olmadıklarını hatırlatan bu uyaranlar kadınları tedirgin ediyor.

Bir türlü kapıyı açmak istemeyenler kadınlar, kapının çalışını umursamazlar. Ta ki değerli gördükleri şeyler akıllarına gelene kadar… Çocuklar ve eşyalar… Bu güvenli alanı terk etmek yani kozanın dışarıyla bağlantısını kesmek için bir deliği tıkamayı düşünüyorlar. Delik tıkanınca yine kendilerini salonun ortasın örümcekler ve ağlarıyla karşı karşıya buluyorlar. Aslında durumlarla yüzleşmekten kaçamıyorlar.

Oyunun sonunda dışarıya çıkabilmeyi umuyorlar ve oyun böyle bitiyor. Kısacası çağdaş insan, kurduğu güvenli alanın dışına istemiyor, ama yine kendi ördüğü ağın içinde boğulurken hiç görmediği, görmek istediği ama bir türlü görmeye cesaret edemediği dışarıyla iletişim de kurmak istiyor.