18 Mart 2023

18 Mart’a Özel: Her Çağda Zafer

Yazar: Rabia Mutanoğlu

Türk tarihinin en şanlı zaferlerinden birinin altın harflerle tarihe kazındığı o büyük gün. Gerçek olamayacak kadar destansı, destan olamayacak kadar gerçek ve vurucu. Topa, tüfeğe karşı yalnızca tek bir şey: vatan sevgisi. Bu öyle bir sevgi ki, imkansızı gerçek yaptı. Bu öyle bir sevgi ki, düşmanın tüm teçhizatına karşı aklı galip kıldı. Bu öyle bir vatan ki, kaybetmemek için tüm dünyada güç kavramını yeniden yazdırdı. Dengeleri değiştirdi. Savaşın yalnızca silahla değil, doğru strateji ve muharebe yetenekleriyle ama en önemlisi inancı olan bir milletin içindeki bağımsızlık ateşiyle kazanılacağını gösterdi.

 

Çanakkale, İngiliz ordusunun beş çayını İstanbul’da içip dönmeyi planladıkları kadar kolay bir cephe iken şanlı Türk halkı, bu cephenin düşmesi halinde yıkılmak üzere olan Çarlık Rusya’nın yardıma ulaşacağını ve başta Fatih’in mirası İstanbul olmak üzere, vatan bütünlüğünün geri dönülemez şekilde yok olacağının farkındaydı ve Kurtuluş Savaşı’mızın da ruhunu kazandıran o iki kelimelik büyük andı içti: Çanakkale geçilmez!

 

“Çanakkale geçilmez!” dedik çünkü arkasında henüz 12 yaşında onbaşı rütbesi kazanan ve 600 askerin geri çekildiğini görünce “Ben babamın yanına ölmeye gidiyorum, siz nereye gidiyorsunuz!” diyen Nezahatlar vardı. “Çanakkale geçilmez!” dedik çünkü erkek kılığına girip adını Ahmet koyarak savaşta diğer erlerle omuz omuza savaşan ve dokuz şarapnel parçası ile yaralanan Mücahideler vardı. “Çanakkale geçilmez!” dedik çünkü daha 13 yaşında gönüllü bombacı olarak katılan Ali Reşatlar vardı. “Çanakkale geçilmez!” dedik çünkü yaralandığı için götürülmesi gerekince “Size mümkün olduğu kadar süratle takviye göndermeye çalışacağım. Fakat hiçbir takviye almasanız da bulunduğunuz yerden katiyen geri çekilmeyeceksiniz. Geriye ancak bir haberci gönderebilirsiniz, o da hepinizin burada şerefle savaşarak şehit olduğunu bildirmek için.” diyen Binbaşılar vardı (Teğmen Mucip’in defterinden/Mehmetçik ve Anzaklar- Baha Vefa Karatay). “Çanakkale geçilmez!” dedik çünkü “Cephaneniz yoksa süngünüz var.” diyerek, kaçışan askerleri toplayan ve bu sayede düşmanı geri püskürten Yarbay Mustafa Kemaller vardı. “Çanakkale geçilmez!” dedik çünkü 276 kg’lık top mermisini tek başına sırtlayıp İngiliz Ocean gemisini batırarak tarihe tek başına büyük yön vermiş Seyit Onbaşılar vardı. Üstelik sonrasında fotoğraf çekilmek için tekrar kaldırmaya çalışınca yapamadı. Bu bir gösteri değildi. Bu içten gelen bambaşka bir şeydi. Vatan aşkıydı, imandı.

 

Çanakkale yalnızca bir savaş değildi. Türklerin tüm dünyaya, bağımsızlık uğruna neler yapabileceğinin; kadınıyla erkeğiyle, yaşlısıyla genciyle, kundaktaki çocuğuyla, karnındaki bebeğiyle tüm Türk halkının vatanın müdafaası uğruna canlarını seve seve verebileceklerini ve mücadele etmekten asla imtina etmediklerini gösterdiği şanlı bir mücadeleydi. Halkın birlik ve beraberlik içinde varını yoğunu ortaya sererek, adeta hiçlikten varlık doğurarak, olağanüstü bir çaba ve kuvvetle tek bir amaç uğruna kendini adadıkları bir vatan meselesiydi.  Ayaklarında ayakkabısı olmayan, çocuğunun rızkından kısıp cephedeki askere veren, kendi malını vatana mâl etmiş Türk halkı, dünyaya örnek olacak muharebe yetenekleri ve taktiklerini, düşmanın tüm donanımına karşı nasıl incelik ve ustalık ile kullanarak böylesine kazanılması zor ve mucize bir zaferi elde ettiğini gösterdi. Tüm dünya, Türk’ün savaşta bile merhameti ve saygıyı yitirmediğine ve düşman askerine dahi insancıl şekilde yaklaşıp, paylaştığına tanıklık etti.

 

Bu basit bir zafer değildi. Tarihimiz boyunca hiçbir zaferimiz basit olmadı, olmayacak da. 1915’te Çanakkale Cephesi’nde savaşan neslin torunları 21.yy’da hâlâ savaşıyor. Yılların geçmesi ile gelişen teknoloji sayesinde envanterimizdeki ekipmanlar değişmiş durumda. Ancak aradan geçen 108 yıla rağmen değişmeyen tek şey var ki o da Türk halkının kalbindeki vatan aşkı. 1915’in Nezahatler’i, Mücahideler’i, Ali Reşatlar’ı, Mustafa Kemaller’i, Seyit Onbaşılar’ı yerini Erenler’e, Ömer Halisler’e, Duabeyler’e, Aybükeler’e, Fethiler’e, Mehmet Selimler’e bırakmış durumda.

 

Yazımı Namık Kemal’in Vatan Yahut Silistre kitabındaki şu sözü ile bitirmek isterim.

“Fıtrat değişir sanma! Bu kan yine o kandır”