6 Mayıs 2024

En Kötüsü Ne?

Yazar: Süheyla GÖKCAN

Ne zaman karar vermem gerekse dedemin tarlasındaki evine giderim. Yine önemli bir kararın eşiğindeyken işten izin aldım ve memlekete yola koyuldum. Yol boyu düşündüm durdum ama benim için neyin iyi olduğuna karar veremedim. Bu işi çözse çözse dedem çözer diye umut ediyordum. Yol uzun süreceği için uyumaya karar verdim ve uyudum. Keşke her kararı böyle kolay alabilseydim.  

Uyuyunca yol çabuk geçti tabii. Memlekete vardığımda dedem beni otogarda bekliyordu. Her zamanki güzel gülümsemesiyle bana bakıyordu. Koşarak gittim ve sımsıkı sarıldım. “Hoş geldin Damla’m. Nasılsın, yol nasıl geçti?” dedi kadife gibi sesiyle. 

“İyiyim dede çok rahat geldim. Sen nasılsın?” dedim ve sohbet böyle devam etti. Havadan sudan işten güçten konuştuk eve giderken. Eve vardığımızda akşam olmuştu bile. Dedem yatsı namazından sonra uyur. Ben de yol boyunca uyumamışım gibi yatsıyla yattım. 

Sabah namazıyla uyandık. Namazı kıldıktan sonra dışarı çıktım ve uçsuz bucaksız tarlada doğan güneşi izledim hayretle. Tam o sırada dedem seslendi, “Çay hazır kızım, hadi gel”. Koşa koşa gittim, dedemin çayını özlemiştim. İçine ne koyduğunu söylemiyordu ama şimdiye kadar içtiğim çaylardan çok farklıydı.  

Kahvaltımızı yaptıktan sonra tarlaya çalışmaya gidecektik. “Bugün ne iş yapacağız dede?” diye sordum. “Domates tohumlarını al da gel onları ekeceğiz bugün.”  

Başladık tohumları ekmeye. Sadece yemek ve namaz arası verdik. Güneş batana kadar çalıştık. Hem yorulmuş hem acıkmıştık. Gün boyu tarlayla uğraşmıştık ama değmişti. Filizlenen tohumları görme heyecanı sarmıştı beni.  

Tam iki hafta geçmişti ki bir sabah uyandığımda dedemin filizlenen domatesleri sökmeye başladığını gördüm. Koşarak tarlaya geldim ve neden söktüğünü sordum. “Bu domatesler iyi çıkmayacaktı,” dediğinde dedem anlam veremedim. Bildiği bir şey vardır diye daha fazla soru sormadım. “Patlıcan tohumlarını getir de ekelim,” dedi hiçbir şey olmamış gibi. Sorgulamadan getirdim ve yine güneş batana kadar çalıştık.  

İki hafta geçmişti ve ben tohumların ne kadar filizlendiğine bakmaya gidiyordum ki dedemin patlıcanları sökmeye başladığını gördüm. “Dede ne yapıyorsun? O kadar uğraştık neden söküyorsun?” diye sitem ettim. “Kızım bu patlıcanlar iyi çıkmayacaktı,” dedi yine. 

“Nereden biliyorsun, fide olmasını bile beklemeden söktün. Hasat zamanına kadar bekleseydin bari. Olmazsa sökerdik beraber.” 

“O kadar vaktim yok. Hemen ekip sökmem gerekiyor,” dedi. Dedemin söylediklerine inanamıyordum. Çok sabırlıydı her zaman ve sükunetle beklerdi hasat zamanını. Şimdi neden böyle yaptığını anlamadım ve sordum. “Dede böyle yaparsak hiç sebze geçmeyecek elimize, neden böyle yapıyorsun?” dediğimde gülümseyerek baktı ve şöyle dedi. 

“Sende karar vermemek için aynı şeyi yapmıyor musun? Sonucunu beklemeden vazgeçiyorsun ve sonucu öğrenme hakkını kaybediyorsun. Ektiğin tohumun meyve vermeden nasıl olduğunu nasıl bilemiyorsan, verdiğin kararın da ne getireceğini sonucunu görmeden bilemezsin. En kötü meyve bile hiç meyve olmamasından iyidir. En kötü kararın, kararsızlıktan iyi olması gibi.”  

Bir aydır alamadığım kararın sebebini dedem anlamıştı bile. Haklısın demekten başka ne yapabilirdim ki, karar veremedim…