9 Şubat 2022

Gerçeküstü Bir Bekleyiş

Yazar: Dilek ÖZTÜRK

Bekleyen Adamın Üç Hali Adlı Öykü Üzerine Bir Tahlil Denemesi

Türk edebiyatında önemli bir yer tutan Sait Faik Abasıyanık (1906-1954), öyküleri ile tanınmış bir yazardır. İlk öyküsünü on beş yaşında yazan sanatçı, ölümüne dek öykü yazmaya devam eder. Aynı zamanda birçok farklı türde eser yazmış sanatçının şiir, roman, eleştiri gibi türlerde de eserleri vardır. Özellikle öyküleri üzerine çalışmalar yapılan Sait Faik’in, edebiyatımızda bu türün gelişmesinde ve etkin bir yere sahip olduğunu söylemek mümkündür.

İnsana bakışı, insanı algılayışıyla çağdaşlarından ayrılan Sait Faik, hikayelerinde “sokağın insanını” anlatır. O, çağdaşları gibi toplumsal ve siyasi kavgalarla şekillenen insanın peşinden gitmez, salt insanı ve onun etrafında cereyan eden hayatı konu edinir. O, anlattığı kesime tepeden ya da uzaktan bakmaz. Tüm bu insanları ve etraflarında cereyan eden hayatları anlatırken bunu oldukça yalın bir dille aktarmayı başarır. Toplum hayatının çeşitli kesimlerini öykülerinde anlatmaya çalışırken kendi iç çatışmalarını da belli bir estetik olgunluk içinde verir. Aslında onun kendi iç çatışmaları da insanlığın aşina olduğu çatışmalardır ve dolayısıyla anlattıkları evrenseldir. O, hepimizin bildiği konuları öykülerine aktarır. Yani şaşırtıcı olanları değil, gündelik olayları, kişileri, varlıkları öykülerinde işler.

Sait Faik’in, son dönem hikâyelerinde görülen en belirgin özelliklerinden biri; anlattığı hikâyenin merkezinde kendisinin olduğu ve bunalan, yalnız kalan bireyi anlatmasıdır. Yazar, 1948 yılının başlarında siroz hastalığına yakalanması ile başlayan bu sürecin asıl yansımalarını Alemdağ’da Var Bir Yılan (1954) ile ölümünden sonra yayımlanan Az Şekerli (1954) deki son dönem metinleriyle ortaya koyar. Ömrünün son döneminde yazdığı bu hikâyelerde Sait Faik ısrarla, anlattıklarının kahramanının kendisi olduğunu vurgular. “Panço Serisi” (Alangu 1965,137) olarak adlandırılan bu hikâyelerde anlatıcı da yazar da hikâye kişisi de Sait Faik’in kendisidir. ‘Az Şekerli’ hikâye kitabının sekizinci öyküsü Bekleyen Adamın Üç Hali’nde de yalnız ve “sevgilisinin” gelmesini bekleyen adamın hikâyesi anlatılır ve bu hikâyede Sait Faik’in ruhu gezinir.

Öykünün adı, eserin içeriğine dair ipuçları verir. Kahramanın nasıl bir ruh hali içinde olduğu, kaç farklı ruh halinden geçtiği “beklemek” fiili ve “üç hal” sözcükleri üzerinden verilmek istenir. Bekleyen Adam, adeta maddeleşir ve bekleme esnasında duyguları üç halden geçer. Madde nasıl katı-sıvı-gaz hallerinden oluşuyorsa bu öykünün kahramanı da “maddeleşerek” duygularını üç halde yaşar. Yani gerek hikâyenin adında bulunan “üç hal” sıfat grubu gerekse hikâyenin roma rakamlarıyla üç bölüme ayrılarak anlatılması kahramanın

“maddeleşmesini” vurgulamak içindir. Bir insanın maddeleşmesi olumlu bir şey değildir ve modern insan için yeni hayatın getirdikleri, aslında modern insandan götürdükleri itibariyle kaçınılmazdır.

Öyküde adı bilinmeyen yazar-anlatıcı taksim civarında oturup sevgilisini beklemektedir. Yazar-anlatıcının sevgilisine duyduğu platonik aşk öykünün ana sarmalını oluşturur. Başkişi, onunla tekrardan buluşmayı beklerken halini üç bölüme ayırarak anlatır, not alır. Hatta hikâyeyi meydana getiren, onu beklerken aldığı bu notlardır. Sevgilisinin gelmesini bekleyen anlatıcının, kendi iç dünyasında yaşadıklarına okuyucu tarafından şahit olunur. Birinci bölümde sevgili gelmeyeceği bilindiği halde beklenir ve beklemek, o gelmese de güzeldir. Bu bölümde ümitvâr olan anlatıcı, ikinci bölümde saatler geçip sevgilinin gelmediğine şahit olur ve kendisini avutacak bir şeylerin peşine düşer, onlar diğer sevgilileridir: “cigara” ve şarap. Üçüncü bölümde sigara ve alkolün verdiği rehavet ve bilinç kaybıyla artık sevgilinin gelmeyişine o kadar içerlemez. Aşırı alkolden iyice gerçeklikten kopan anlatıcı sonunda rüyasında sevgilisiyle kavuşur ama beklediği, umduğu heyecanı bulamaz.

Sevgilisini “bekleyen” bir adamın hikâyesi konu edilen bu metinde Bekleyen Adam için “bekleme” alışkanlık halini alır. Başkişi sanki bir kere beklemeye başlar ve bu bekleyiş hayatı boyunca devam eder.

Başkişinin “Fakat o gelecek diye beklemek … Yahut yalnızca beklemek …” (s.170) ve “Saçım, tek tük sakalım ağardı. Fakat her zaman böyle pencere önlerinde bir hayal bekledim. Ne kadar fazla hakikat oldularsa şimdi bütün hepsi o nispette hayaldir.” (s.170) sözlerinden beklemenin devamlı olduğunu ve özellikle “yahut” bağlacıyla “bekle-” fiilinin birlikte kullanılmasıyla bekle- eyleminin başlı başına bir önem arz ettiği vurgulanmak istenir. Yahut bağlacının cümleye kattığı anlam çerçevesinde bakıldığında sevgili için beklemekle sadece beklemek aynıdır. O, bu şekilde birçok kişiyi beklemiştir. Anlatıcı her ne kadar onları gerçekmiş gibi sunsa da sonunda hepsinin hayal olduğu ortaya çıkar. Yazar-anlatıcıda görülen bu gerçeküstü tutum yani kendine bir “muhatap üretme” eğilimi başkişinin toplumdan kopmuş olduğunu gösterir. Yanında yalnızca hayalinde ürettiği muhatabı vardır. Ancak onunla birlikte algılamakta ve onunla birlikte dünyaya bakmaktadır.

Bekleyen Adamın Üç Hali öyküsünde görülen gerçeküstü tutumların ikincisi cansız varlıkların kişileştirilerek hikâyeye katılmalarıdır. Öyküde, sigara ve şarap anlatıcının insan yerine koyup onlara mektup yazdığı varlıklardır.

. “Efendim, canım dostlarım, aziz sevgililerim. Sizi bana kimler zemmetmedi. İnanmayacaksınız. Vallahi, sizi çok sevenler bile, sizden bahis açıldığı zaman “Aman! Aman!” dediler.” (s.171)

Sigara ve alkolü hayattaki tek dostları olarak gören anlatıcı, onlar sayesinde insanlardan kaçar ve yine onlar aracılığıyla sevgiliye kavuşur. Hayatta her daim aradığı ama bir türlü bulamadığı ilgiyi, sevgiyi onlarda bulur. Böylece metinde insanlaşan bu iki nesne, başkişi için hem kaçışı sağlayan hem de sığınak görevi gören nesneler haline gelir.

“Siz ey beni rüyalarımda sevgilime kavuşturanlar. Siz ey benim en kötü dakikalarımda yanıma dostça yumuşak adımlarla sessiz sessiz yanaşan, başımı karıştıran, ellerimi ayaklarımı öpen garip köpekler! Sizi çok seviyorum.” (s.171)

İç /dış çatışma yaşayan başkişinin kurtarıcısı olan sigara ve alkol, insanlardan daha sadık, daha vefakârdır. Fakat hayata olan güvenini kaybeden anlatıcı, bir gün onların gideceğinden de korkar. Başkişinin yaşadığı bu güvensizlik yine onun yaşadığı çatışmaların bir göstergesidir. Ayrıca siroza yakalandığı için içkiyi bırakan Sait Faik’in de kendisi burada düşünülüp biyografik bir okuma yapılabilir.

“İnsanoğlu sevgilim, en hasis hesaplarla yanıma gelmediği zaman siz, ağır ağır, yumuşak geliyorsunuz. Kim bilir, belki siz de bir gün gelmeyeceksiniz.” (s.172)

Asmadan ve ottan yapılan sigara ve alkolün bir gün gelmeyişi de her şeyi dalavereyle yapan insanla ilgilidir. Onların insan eliyle değil de kendiliğinden gelmesini ister. Anlatıcının hikâyenin ikinci bölümü boyunca insan dışı varlıklara mektup yazması, onlarla iletişim kurması. Hatta konuştuğu (tek taraflı olsa da) varlıkların yalnızca onlar olması anlatıcının yalnızlığının bir başka yansıması olarak değerlendirilebilir.

Yazar-anlatıcı tüm canlılığıyla akıp giden bir hayatın içindedir ama kimseyle iletişim kurmaz. Kendini yabancı hissettiği bu ortamda o çok pasif bir yapıdadır ve bireyin duyduğu bu yabancılaşma, kalabalık içinde onu yalnız bırakır. Bu yönüyle anti-kahraman olarak değerlendirilebilecek olan başkişi, kendi içinde bir çatışma yaşar. İçinde yaşadığı bu çatışma eylemsel düzlemde kendini; insanlarla konuşmama, hayal kurma, aşırı içki tüketme şeklinde gösterir.

Kullanılan fon karakterlerle hareketli bir İstanbul manzarası çizilen öyküde herkes hayatın akışına kapılıp giderken, yani herkes üzerine düşeni yaparken, başkişi yalnızca bekler. Onun işi gücü yoktur. Beklerken yaptığı diğer eylemler: sigara içmek, içki içmek ve yazı yazmaktır.

“Köpekli bir genç kız; siyahlar giyinmiş, sapı gümüş bastonlu bir Hıristiyan kadını geçti. Mobilya Yapımevi’nin gürbüz çırağı gülüyor. Manavın önünde bir asker, üzüm alıyor. Bir araba geçti. Bir adam elinde bir şeyler götürüyor.” (s.170)

Tüm bu fon karakterler, örneğin köpekli genç kız ya da mobilyacının gürbüz çırağı başkişinin yalnızlığını, içine kapanıklığını ve bundan doğan eylemsizliğini belirginleştirmek için vardır. O, sevgilisini beklerken sadece bunları gözlemleyen kişi konumundadır. Hatta öylece bir köşede oturup gördüklerini not eden başkişi, diğer insanların dikkatini çekmemesi ve onlarla hiç iletişim kurmaması nedeniyle sanki görünmez bir haldedir. O, adeta maddenin gaz haline dönüşmüş gibidir. Siliktir. Onun bu akıp giden hayatın içindeki silik tavrı yabancılaşmanın bireyin içinde oluşturduğu etkilerle ilgilidir. Toplumla ilişkisini kesen başkişi, toplum (öteki) içinde görünmez olur.

Yazar-anlatıcı pasif bir konumda olsa da hiçbir şey yapmadan beklese de bireyselleşme yolundaki, bu dünyada yeniden var-olma mücadelesindeki ikinci doğumu sevgiliyi beklemesidir. Beklemek (neyi/kimi beklediği önemli değildir) onu bu dünyada tutan, onu bu dünyaya bağlayan şeydir. Yabancı kaldığı dünyayı yaşanabilir kılan bu bekle- eylemidir. Beklediği kişinin gelmesiyle yabancılaşmanın ve duyduğu yalnızlığın son bulacağını düşünür. Pasifte olsa kendini bulma yolundaki bu çırpınışları, birini sevebilmek, birini sevmek istemek hâlâ yaşamak istediğinin göstergesidir. Öykünün başlarında;

“Benim meziyetlerim de varmış; hiç bilmediğim, aklıma getirmediğim, kendimden bir başkasını sevebilirmişim. İçimde onun için fedakarlıklar yaratabilirmişim. Ben hiç korkak değilmişim, hatta dövüşebilirmişim.” (s.169-161) diyen anlatıcının kendi “insan” yanlarını görmeye çalışması, kendinin diğer insanların taşıdığı özelliklerin taşıyıcısı olarak görmesi, bir başkasını sevebileceğini düşünmesi, onlar gibi dövüşebileceğini düşünmesi, anlatıcının onlara benzemeye çalıştığını, yabancılaştığı topluma ayak uydurmaya çalıştığını gösterir. Ama tüm bunları sonradan yapabileceğini fark ediş (bu metinde öğrenilen geçmiş zaman ekiyle yapılır. Başkişi bu meziyetleri yapabileceğini başkasından öğrenmiş gibidir.) aslında geç kalmışlığı işaret eder ve bireyselleşme yolundaki bu çırpınışları sonuçsuz kalır.

Anlatıcının, artık etrafındaki gerçekliklere bakışı değişmiştir. Bunun temelinde toplumdan ve dünyadan uzaklaşmayla başlayan derin bir yalnızlık duygusu vardır. Anlatıcı bir depresyon geçirir. Depresyon, kişinin kendisiyle yabancılaştığı, bunun sonucunda çevresiyle de yabancılaştığı bir hastalık olarak tanımlanabilir. Kahramanın iç monolog ve bilinç akışını kullanması onun iç yaşamına döndüğünün ve depresyonda olduğunun bir işaretidir.

“Ana caddeye bir tramvay geliyor: Acaba aşağıdan mı? Şimdi yan sokağa insanlar çıkacak. Ya aralarındaysa, ben ne yaparım?” (s.170)

Yazar-anlatıcının, etrafındaki gerçeklere değişen bakışı mekânda da kendini gösterir. Yazarın, önceki kitaplarında görülen dış dünyaya ve İstanbul’un sokaklarındaki insanlara yönelen “gözlemci-anlatıcı” tavrı, bu öyküde kendine ve kendi yalnızlığına odaklanır. Öyküde mekân, ilk hikayelerine nazaran daha dar/kapalıdır ve bireysel gözlemleri içerir. Yalnızca, anlatıcının gözünden görülen ve onun ruh dünyasının yansıtan İstanbul, anlatıcının yaşamaktan memnun olduğu bir yer değildir. Metinde İstanbul’da yaşadığı için memnun olduğunu belirten hiçbir ifade yoktur. Şehirde olan her şeye kayıtsızdır. Yalnız beklenen sevgili söz konusu olduğunda harekete geçer.

Bekleyen Adamın Üç Hali başlıklı öyküde kahramanın hissettiği yalnızlık duygusu, tek başına olmanın sonucu olarak ortaya çıkan bir başıboşluktur. Öyküde yalnızlığın bir diğer tezahürü sevgiliye duyulan özlem, onsuz bir hayat istememe düşüncesidir. Yazar-anlatıcının hayatında gerçek bir sevgilinin varlığı müphemdir ve burada sevgili muhayyeldir. Öykü, bu hayalin fon olarak kullanıldığı gerçeküstü anlatımla kurulur.

Sait Faik’in son dönem öykülerinden olan bu öyküde gözlemci gerçekçilikten gerçeküstü anlatıma yöneliş metinde kendini cümle ve dil yapısında, anlatım tekniğinde gösterir. Özellikle, öykünün ben anlatıcı ile yazılması, örtülü bir anlama ulaşmayı sağlar. Çağrışıma, imgeye açık bir dil kullanılır. Ayrıca metinde yer yer görülen şiirsel anlatım öykünün akıcılığını arttır.

“Fakat siz benim en iyi dostlarım! Nasıl bu korkunç saatimde yanıma yumuşak adımlarla gelip kalbimi ellerinizin, kafamı şehvetinizin içine daldırdınız! Mesudum.” (s.173)

Olay merkezli olmayan bu öyküde neden-sonuç ilişkisi gözetilmez. Anlatıcı etrafında gözlemlediklerini veya kendi içinde yaşadıklarını parçalı bir yapı içinde ifade etmektedir.

Sait Faik’in, şehirde yapayalnız, topluma/şehre yabancılaşan sıradan insanı merkezine alan Bekleyen Adamın Üç Hali öyküsünde bu sıradan insanın hayatı ve onun etrafındaki hayat anlatılır. Başkişi ya da fon karakter olarak metne giren karakterler olsun, hepsi kendi açısından toplumda var-olma mücadelesi verir ve bu var-olma mücadelesi verilirken başkaları, başkalarının arzularını göz ardı eder. Öyküde başkişinin kimseyle konuşmaması yalnızca onu bu varlık mücadelesinden kurtaracağı kişiyi araması bunun bir göstergesidir. Ayrıca diğerleri tarafından başkişinin görülmemesi de tam tersini ifade eder. Yani bütün insanlar bir varlık mücadelesi içindedir ama biz, ben anlatıcının sağladığı imkanlarla, başkişiye tutulan yakın

mercekle sadece onun varlık mücadelesine tanık oluruz. Fakat pasifte olsa yapılan mücadele başarıyla sonuçlanmaz. Çünkü öykünün sonunda gelen sevgili (bu içkinin tesiriyle görülen rüyadan kaynaklı da olsa) onda beklediği etkiyi, sevinci uyandırmaz.

“Onu çok tabii karşıladım. Heyecanlarım nereye kaçmışlardı? O büyük saadet hissi neremdeydi? Hiçbir şey bulamadım.” (s.173-174)

Öykünün birinci bölümündeki heyecanlı bekleyiş kavuşunca silikleşir. Sevgilinin gelmesi kahramanda beklenen heyecanı yaratmaması tek başına bekle- eylemenin değerli olduğunu tekrardan gösterir. Rutine dönüşen beklemek eylemi, başkişinin ölene kadar yapacağı tek iştir. Her sabah bir heyecanla başlayan bu bekleyiş akşam olunca yerini ümitsizliğe, gerçeklere bırakır ve gündüz gezilen, birlikte oturulan sevgili gece içkiyle iyice sarhoşlaşan başkişinin buğulaşan gerçeklik algısıyla aslında yaşananların hayalden ibaret olduğu anlaşılır. Başkişi, bireyselleşme mücadelesinde muzaffer olamamıştır. Sevgiliden de umduğunu bulamayan başkişi;

“İşte geldi ve gitti. Yaz bakalım! O büyük saadeti yaz bakalım. Hadi bakalım!..” (s.174) diyerek adeta kendisiyle alay eder. Sevgilinin geldiğinde o beklenen büyük saadeti uyandırmaması, aslında sevgilinin muhayyel olması onun var-oluş mücadelesinde başarısız olduğunu gösterir. Alıntılanan kısımdaki noktalama işaretleri, kullanılan ünlem ve üç nokta başkişinin duyguları hakkında ipucu verir. Ünlem kendisine kızgınlık, umduğunu bulamama duygularını pekiştirirken, üç nokta bekleyişin devamlı olacağını ama bir yere varamayacağını ve ölene kadar yalnız olacağının göstergesidir.

Sait Faik’in, Bekleyen Adamın Üç Hali adlı öyküsü yalnızlık temasının başarılı bir şekilde ele alındığı öykülerdendir. Toplumdan kaçışın, toplum içinde topluma sırt çevirişin ve gerçeklikten uzaklaşmanın sonucu yalnızlık duygusuyla anlamlandırılır. Öyküde yazar-anlatıcı-kahraman üçlemesinin bir kişide birleştiği ve yaşananların yazarın hayatından izler taşıdığı görülür. Sait Faik’in Burgazada’da yaşamaya başladığı zaman yani kendisiyle ve hastalığıyla baş başa kaldığı zamanlarda yazdığı öykülerden biri olan Bekleyen Adamın Üç Hali adlı öyküde hisli bir yazar olan Sait Faik’in kendi yalnızlığını yansıttığı görülür. Öyküde gerçekleşmesi mümkün olmayan bir bekleyiş gerçeküstü anlatımla gizlenmiştir.

Öyküde toplumdan ve yaşamdan kopma noktasına gelmiş bir ben anlatıcının bilinçaltında yaşadığı bunalımlı ruh hali gerçeküstü anlatımın imkanlarından yararlanılarak verilir. Böylece toplumdan soyutlanmış anlatıcı da muhayyel bir dünyanın kapılarını aralamış olur. Anlatıcı dünyadan kopmuş ve hayallerine sığınmıştır.

Kaynakça

ABASIYANIK, Sait Faik (2001): Bütün Eserleri, Az Şekerli, Bilgi Yayınevi, Ankara.

ALANGU, Tahir (1965), Cumhuriyetten Sonra Hikâye ve Roman 1930-1940, Cilt: 2, İstanbul: İstanbul Matbaası.