24 Ocak 2024

Bir Çocuk İçin Nasıl Köy Lazım?

Yazar: Hilal Şeyma KANDEMİR

Derler ki, bir çocuk yetiştirmek için bir köy gerekir. Bu çağda bir çocuk yetiştirmek içinse bir köyle(!) mücadele gerekiyor.

Zamane anne babaları olarak çoğu şeyi kitaptan öğrendiğimiz gibi ebeveynlikle alakalı ne varsa bildiğimiz, usul gereği kitaplardan araştırdık, bulduk, okuduk. Çocuk büyütmeye teoride hazır sayılırdık. Ama pratikte işler çok farklıydı. Çocuk doğduğunda ilk şoktan sonra bildiklerimizi uygulamaya başladık. İnsanın ilk defa karşılaştığı bir durumla baş etmeye çalışması zordur. Uykusuzluğa, alışagelmiş olduğumuz rahatlığa, nefsimizin isyanına karşı direniş başlattık. Neyi, nerede, nasıl yapmamız gerektiğini biliyorduk. Ama çocuk iki kere ikinin dört ettiği matematiksel bir işlem değildi. Aynı işlemden farklı sonuçlar almaya başladıkça pratiğin zorluğunu gördük. Bazen olaylar karşısında ne yapmamız gerektiğini bilsek de yapacak gücü kendimizde bulamadık. Sonuçlar çeşitlenmeye devam ediyordu. Bu sırada köyün diğer sakinlerinin her olayla ilgili bir yorumu vardı. Siz onca kitap okumuş olabilirdiniz ama onların da yaşanmışlığı vardı. Toydunuz ve onlardan daha iyi bilecek haliniz yoktu. Sorun şu ki bu yaşanmışlık okuduklarınıza ters çözümler barındırıyordu. Teknolojinin, tehlikelerin çokluğunu size hızla göstermesi korkunuzu giderek artırıyordu. Mesela şekerin, çikolatanın zararlarından emindiniz ama eve gelen her yetişkin, çocuğa yakınlık sağlamak için bu süper ikiliyi kullanıyordu. Üstelik sık sık duymaktan size fenalık getiren bir cümleyle uzatılıyordu çocuğa: “Bir şey olmaz biz bunlarla büyüdük. Nasılsa ileride yiyecek, alışsın.”

Mesela siz çocuğum ekran görmesin, diye onunlayken telefonu elinize almaz, TV açmazsınız. Ağlama krizlerine katlanır, ev alıp başını gitse de işler için uyumasını beklersiniz. Ama uzaklardan gelen bir aile büyüğü çocuk kucağımda otursun da seveyim, diye çıkarıverir telefonu. Kendinizi gelen misafire durmadan dil döker halde bulursunuz. Misafir gittikten sonraysa kafası karışmış, ağzına bir parmak bal çalınan(!) çocuğu kendine getirmeye uğraşırsınız.

Siz bol vitaminli çorba yaparsınız, aniden gelen komşu teyze çubuk krakeri sallaya sallaya içeri giriverir.

Sürekli yapageldiğiniz açıklamalardan büyükler de sıkılmıştır ve “Uzman oldunuz başımıza, okul okumadıysak da sizden çok biliyoruz.” türlüsünden sitem dolu sözler söylerler.

Problemin asıl sebebi, hızla edindiğimiz ve çocuğu korumamız gereken onca şeyin tehlikelerinden büyüklerin haberinin olmamasıydı. Ne kadar anlatsak da bir şey olmayacağına dair inançları tamdı.

Annelik gereği daha duygusal ve hassas olduğunuz için eşinize bile çoğu zaman dil dökmeniz gerebilirdi.

Ve sonuç…

Çocukla mücadeleden yıpranan bir anne.

Çevreyle mücadeleden yorulan bir anne.

Bazen bildiğim bunca şeyi hiç öğrenmemiş olmayı isterdim. Çünkü tehlikeyi bilmeyen korkmuyordu. Hayat güzeldi.

Ve sonra…

Zamanla kabullendim. Anne gücü diye bir şey vardı ama bu güç her şeye yetmiyordu. İnsandım ve sınırlıydım. Annelik aslında acziyetimi daha derinden hissetmemi sağlıyordu. Daha çok koruma hissi, daha çok koruyamama korkusunu ve acziyetini beraberinde getiriyordu. Elimden geleni yapsam da istediğim sonuca erişemeyebileceğimi, iki kere ikinin dört dışında her türlü sonucu verebileceğini… Sonunda her şeye gücü yetene, her şeyin sahibi olana, görmediğimi görene, bilmediğimi bilene, duymadığımı duyana; beni, evladımı benden iyi bilene sığındım sığınabildiğim kadar.