16 Ocak 2022

Gurbeti Mesken mi Tuttun Nazlı Yarim Di Gel Gayri

Yazar: Eser TOKAŞ

Eski bir Orta Asya sözüdür “Tuzaktan korkmuş kuş kırk yıl dal üstüne konmazmış”. Motor sesinden ürkmüş kuşlar bu semaları terk etmiyorlar. Toprağına sımsıkı bağlı ağacı hiçbir fırtına sökemezmiş de usulca bir meltem kırabilirmiş dallarını.

Ait olduğum yerden çok uzakta nerde olduğumu bilmediğim bir yerdeyim.  Noktası çok uzaklara atılmış, bir Tanpınar cümlesi gibi uzadıkça uzayan bir hayatın tam ortasında yapayalnız bir evin vestiyerinde, önümü ilikleyip çıkıyorum dışarıya. “Seni çağırırlarsa ansızın çıkmazsın değil mi yola, ansızın düşmezsin yollara değil mi?” diye durduruyor bakışlarıyla. “Beni kendi yazdığın Stavrogin ile mi karıştırıyorsun?” diye çıkışmak istiyorum daktilo başında içi geçmiş Dostoyevski’ye. Asırlık yolun dikenli tellerine isabet etti parmak uçlarım, kapımın önünü süpürmeye dahi çıkacak mecalim yok.

Önümü ilikleyip çıktığım dışarılarda gecenin hükmü başlamış, kabuklarına mum dikilmiş kaplumbağalar başıboş dolanıyorlar sokaklarda.

Postaneye varıyorum, adımı veriyorum “Bugün bana posta var mı?” Ptt şapkasının önüne düşmüş kırçıl perçemini düzeltip gözlerimin için bakıyor Poe. Dur bakalım olacaktı diye bilgisayarı kurcalıyor.

Evet bu gece gelmiş. Bir ıslık patlatıyor, kara bir kuzgun iniyor Poe’nun sağ omzuna. Kuzgunun ayaklarına bağlanmış kağıt rulosunu çıkarıp uzatıyor.

‘İncir ağacının altında bekleyeceğim. Bilet zarfın içinde’

Çağrıldım Dosto, gideceğim.

“Ben Kafkayım efendim. Dostoyevski Nastenka’nın yanına gitti, sizi idare etmemi söyledi. Naçizane fikrimi arz etmeme izin verin. Siz Joseph K. değilsiniz. Bilmediğiniz bir suçun cezasını çekmemelisiniz.” “Ben artık ceza gözüyle bakmıyorum Kafka. Çünkü çekmekle bitmeyecek. Yürüdükçe uzayan yol gibi, tarif edildikçe yanlış yola sapılan adres gibi açmaza dönüştü artık hayat. Çağrıldıysam gideceğim. Sonunda bu öyküyü okuyan insanın merakla beklediğine değecek bir son olmadığına eminim.” Öykünün sonunda öleceğim sayın okur. Bozdum bütün heyecanı, oysa öykünün başından beri tökezleyen adamın başı mezar taşına çarpmaz mı? Bir heyecanı kalmadıysa devam ediyorum. Sen istersen diğer sayfalardan devam edebilirsin. Ne diyordum? Kabuklarına mum dikilmiş başıboş kaplumbağalar. “Hayır efendim bu önceki paragrafın konusu.” Kafka bir işime karışmaz mısın?

Mektupla gelen bileti katlayıp Edip Cansever masasının sallanan ayağını sabitledim. Çantama uykumu koydum uyanıklığımı, ekmeğin suyun yumuşaklığını ve bilimum işe yaramaz gazete küpürleri tapeler aslı gibidir damgaları. Ah aslım, kendim, ben… Ne çok özledim kendimi. Kopya suretlerimle sürdürdüğüm yolculuğumu Ahiret Tv’den naklen izlerken nasıl hissederim bilmiyorum. Otobüs durdu Freud bindi otobüse. Yol üstündeki yörük köylerinden birinde bindi. Fransa’ya gidecekmiş. Nereye gideceğini bilmeden yola çıkanlara rehberlik ediyorum dedi. Yörük köylerinden otobüse binip Fransa’ya gidebilen ilk insansın Freud, vizyonunu ayakta alkışlıyorum. Bu sizin hayal dünyanız, alkışlar size. İncir ağacının nereye varacağını biliyor musunuz? Biliyorum Freud. Nereye gideceğimi biliyorum Kaçtığım yere gidiyorum. Çocukluğumun yeni alınmış elbise kokusuna gidiyorum. İlk hayal kırıklığıma gidiyorum. Kırmızı bir top, dökülen dişlerim, yeni boyanmış kundura kokusu, ezan sesi. Freud beni bir sal artık.

Gecenin hükmü sürüyorken bir dinlenme tesisine yanaştı otobüs. Sigara ve bayat çayı aynı anda sürdürüyorum. Lazım olan baş dönmesi geldikten sonra dalgın gözlerle indiğim otobüsün plakasına bakıyorum. Aman şaşırmayayım otobüsü. Dağ başında kalırım Allah korusun.

Dağ başında kalmaktan korktuğunuzdan değil efendim. Gitmek istediğiniz yere geç kalacağınızdandır korkunuz. “Kafka sen terminalde değil miydin?” “Evet, otobüse birlikte bindik efendim.” “Freud’da var mıydı?” Kafayı sıyırdığımla ilgili şüphelerim var. “Vardı efendim. Üçümüz yanyana oturuyorduk.” “Yalnız yan yana ayrı yazılır sevgili Kafka. Size Alman edebiyatında böyle mi öğrettiler? Bir de otobüste yan yana üç koltuk yok ki Kafka. Sen de kafayı bitirmişsin hayırlı olsun.” “Bu sizin hayal dünyanız efendim.” “Madem benim hayal dünyam git muavine sor bakalım bir sonraki molayı ne zaman vereceğiz.” “Muavin sıcak su almaya gitti efendim.” “Tamam o zaman git bana patatesli gözleme al, tost makinesinde bassınlar iki dk.”

-Demek burada karşılaşacaktık.

-Neden bu kadar şaşırdın ki?

-İncir ağacına giden yolda aynı dinlenme tesisinde durmamız rastlantı mı? Beni neden çağırdın?

-Seni de mi çağırmışım.

-Seni de mi derken?

-Geç otur şöyle, sanırım sen de gerçek değilsin sen de hayal ürünüsün. Bari hayalini seyredeyim.

Sigara içmemden rahatsız olmazsın değil mi?

Kafkayı gözleme almaya yolladım, gelsin de sana da çay getirsin

Biliyor musun otobüse Freud bindi. Konuştu iki saat kafamı şişirdi. -Neyin var?

-Bir gemim var. Özlediğim bütün insanlar bu gemide. Her gün onlarla birlikteyiz.

-Neden gemi?

-Çünkü ben bozkırda yaşıyorum. Yıllar önce ilk defa Mersin’de gördüm denizi, dedim ne kadar da büyük, her yer su. Toprakta yürümek için adım atmak gerek ama deniz seni sürükler. Yürümeye, adım atmaya mecalim kalmadığı için denize yaslıyorum kendimi. Biliyor musun? Denizi olmayan şehirlerin kuşları ürkek olur. Denizi olan şehirlerin insanları kördür.

Ben de bir hayal ürünüyüm ve gidiyorum bu öykü uzamasın daha fazla.

Yine gel, hayal olsan da.

/Son