16 Ocak 2022

Kelebek Etkisi

Yazar: Eylül Ayşe KAR

Medya… Kanayan yaramız. Toplumsal olarak sinemayı çok basite indirgediğimizi düşünüyorum. Oysa sinemanın etkisi uluslararası ölçekte büyük yankılar oluşturabilecek bir mecra. Sinemada bize empoze edilen yumuşak kültür zamanla bizim yediğimiz yemeği, giydiğimiz kıyafeti, konuşurken kullandığımız kelime ve söz kalıplarını oluşturan kültürel bir evrimi sağlayan bir güç.

Sinemanın aslında basit bir eğlence aracı olmadığını ve onun kültürel bir savaş meydanındaki en güçlü silah olduğunu fark ettiğim an zihnimde büyük bir sorgulama mekanizması gelişti. O zifiri karanlık odada, bembeyaz ekran üzerine yansıyan görüntüler gerçekten de bu kadar etkili miydi? Bu sorunun cevabını uzun düşüncelerim sonucunda “Evet” olarak verdim. Algımızı dağıtacak her şeyden soyutlanıp en az 90 dakika boyunca pür dikkat izlediğimiz “Şey” aslında direkt olarak bilinçaltımıza gönderilen ve içinde bizim kültürel kodlarımıza yavaş yavaş işleyen bir zehir ya da panzehirdir. İşte tam da burada başlıyor iş. Ya kolları sıvayıp risk alıp toplumun panzehiri olacaksın ya da toplumun bu zehir ile zaman içinde bambaşka bir hale evrilmesine şahit olacaksın.

Aslında denklem çok basit; herkes taşın altına elini koyacak ve yardım edecek. “Herkes kapısının önünü süpürürse; önce mahalle, sonra şehir, bütün ülke, en son da bütün dünya tertemiz olur.” diyen bir geleneğin evlatlarıyız. Peki bu geleneği ne kadar sürdürdük?  Mahallemiz kirliyken, “Burası çok kirli.” diye söylendik mi? Yoksa elimize süpürge ve faraşı alıp evimizin önünü mü temizledik? Evimizi temizlerken aslında mahallemizi, mahallemizle birlikte şehrimizi, şehrimizle birlikte ülkemizi, ülkemizle birlikte tüm dünyayı pürü pak tertemiz yapabilecek güçteyken bunu yaptık mı?

Zihnimize ve izlediklerimize dönelim. Bakalım çocuğumuzla pür dikkat izlediğimiz ekranlarda neler var bunu inceleyelim. Ekranlarda bizim kültürümüzün, kadim değerlerimizin, dinimizin, toplumsal normlarımızın, gelenek-göreneklerimizin çok uzağında kalan yapımlar mevcut. Ortada bir zıtlık var ve bu zıtlık hem içerik hem de biçim olarak karşımıza çıkmakta. Anlatılan hikayeler, hikayelerdeki karakterler ve dış görünüşleri; ilişkiler, diyaloglar, davranışlar gibi zıtlıklardan bahsedilebilir. Peki biz bu görüntülerimizle, hikayelerimizle, yapımlarımızla nereye özeniyoruz? Batı’ya… (!)

Peki özendiğimiz zihniyet ne? Bu zihniyet, kime göre, neye göre ve ne kadar doğru; işte orası muallak. Batı’yı doğru ve örnek almamız gerektiğine inandırıldığımız gün aslında yanıldığımız ve yanlış bir yola girdiğimiz gündü. Çünkü bizde doğru olan, kadim olan, yüzlerce yıldır her zaman Doğu’ydu; yani bizdik. Ama ne yaptılar ne ettiler bize kendi zihniyetlerinin, yapımlarının, kültürlerinin, yaşantılarının ve davranışlarının doğru olduğunu ve bunun uygulanması gerektiğini anlatmaya başladılar. Batı aslında yüzlerce yıldır hep Doğu’ya imrendi, onun yerinde olmak istedi ama ne zaman ki Doğu Batı’ya imrenerek baktı; işte o zaman Doğu, kendi değerinin bilincini yitirdi. Aslında her zaman kadim olan Doğu’ydu. Tüm hikâye, her şey burada başladı. Bunu Batı bile bilirken biz bilmedik.

Oysa ki toprağımızdaki hikayelerin, değerlerin, insan coğrafyasının, geleneğin, göreneğin, kadim değerlerin, bin bir çeşit tohumun bereketinin farkına varıp, değerini bilip, gün yüzüne çıkartıp ışıklı ekranlarda sergileseydik; belki en iyi sinema, en iyi edebiyat, en iyi müzik, en iyi tiyatro diye, dünyada bu topraklar parmakla gösterilen işler yapmış olan bir coğrafya olurdu.

‘Dünya’nın varoluş sebebi aslında atom değildi, hikayeydi.’ ve bu toprakların da çekirdek hikaye ambarı çok geniş. Bu dünya bu vakte kadar, hikayelerle ayakta kaldı ve bu topraklar en güzel hikayelerin her daim ana rahmi oldu. Buradan yeşerdi milyarlarca hikâye.

Bu topraklarda acıyla umudu bir dedenin gözünde aynı anda görebilirsin. Aynen bir tulumun melodisinde hem hüzünlenip hem de horon teptiğin gibi. Sokakta kahkaha atarken birden ağlayan bir sokak çocuğu ile kesişebilir yolun ya da ağlarken gülmeye başlayabilir bir çocuğun ilk adımlarını gören babaannesi beklenmedik zamanlarda beklenmedik sonlara gebedir bu topraklar.

Dünyada kardeşiyle yer yurt davası yüzünden maaile birbirine küsen ya da aynı kardeşini çok sevdiğinden, onunla aynı mezarı paylaşmak için müftüden fetva alan bir aile yapısı başka var mıdır, bilmem.

Sokağındaki Halil Amcanın, Fatma Teyzenin, Esat Dayının, Kumru Ablanın, Kadir Abinin içinde bilinmeyen ama enginar gibi katman katman açılan hikayeler mevcuttur. Her katmanda yeni bir heyecan, yeni bir dram, yeni bir umut, yeni bir hüzün, yeni bir mutluluk var; keşfedip, görebilene…

Yani kadimin, iyinin, özde; bizde olduğunu fark etsek, hikayelerimizi görsek. O izlediğimiz yapma dünyalarda değil hikayeler, bizim özümüzde.

Ne zaman bir çevrimiçi dizi/film platformu; bir yapımcı bütçesini, bir yönetmen kamerasını, bir senarist kalemini, Batı’ya ve Batı’nın taklit edilen içeriklerine değil bize çevirirse; kadrajına bizi alır, ışığıyla bizi öne çıkartırsa, işte o zaman asıl yükseliş olacak.

Kanallar ve yapımcılar, kendi hikayemizi yazan senaristlerin, kendi hikayemizi çekmek isteyen yönetmenlerin elinden tutup, sırtını sıvazlayıp; bu toprakların yani bizim hikayemizi anlatmasına imkân verirse, işte o zaman hem ekranlarımız temizlenecek hem zihnimiz temizlenecek hem kalbimiz temizlenecek. Hem de tüm dünya hikâyenin beşiğinin Anadolu olduğunu bir kez daha hatırlayacak ve anlayacak.

Bunun gerçekleşebilmesi içinse önce özentilikten uzaklaşıp orijinal olmamız ve bu toprakların gerçekten iyi olduğunun yeniden hatırlatılması lazım. Çünkü iyilik bizim atamızda, iyilik bizim tohumumuzda, iyilik bizim köklerimizde; iyilik biziz. İnsanlık tarihinde ‘iyi’ bizden başka hiçbir medeniyet olmadı ki. Bunu bilmemiz ve inançla yola çıkmamız lazım.  İşte o zaman bu işi başarabilir ve bizdeki iyiliği tüm dünyaya yeniden hatırlatabiliriz.

Benim kültürüme ve ahlakıma ters olan bir şeyin iyi olma lüksü yok. Bunu herkesin bilip farkına varması lazım. İyi benim. İyi olan benim hikayem. Güzel olan; benim toprağa gül eken nenemin hikayesi, bacımın sevdası, kardeşimin vatan aşkı, babamın baba saygısı, anamın merhameti, dayımın hasreti… Güzel olan, helal olan, katıksız bizim hikayemiz.

Çünkü saf sevgi, saf merhamet, saf acı, saf cömertlik, saf yardımseverlik, saf sevda, bu toprakların hamurunun mayasının katığı. Aslında hikayemizin iyiliği bizim hamurumuzun mayasından başlıyor vesselam.