18 Şubat 2022

Bir Yardım Çağrısı-İntihar Üzerine

Yazar: Tarık TIĞLI

Herhangi bir organizmanın ana iki temel yaşamsal kodu bulunur. Bunlar hayatta kalmak ve neslini devam ettirmektir. Psikanalizin kurucusu olarak kabul edilen Sigmund Freud bu temel iki kodumuzu yani bir nevi dürtülerimizi özetlemek ve şekle koymak için Libido ve Eros tanımlamalarını kullanmıştır. Libido türümüzün devam etmesi için içimizde var olan bir dürtü iken Eros yaşama tutunmak, kendini tehlikelere karşı korumak ve yaşamsal varlık konusunda her doyumumuzu ve ihtiyacımızı harekete geçirmek için vardır. Bir kitap yazıp ölümden sonra var olmak; bu dürtülerimizin ne kadar derine izleyebileceğinin bir ispatıdır belki de. Bir de bu iki kavramın antitezi olarak insanoğlunda var olan “Thanatos” kavramıyla size intihar hakkında genel geçer bilgiler verip bazı doğru bilinen yanlışlar hakkında bilgilendirmek isteyeceğim bu yazıda.

Bu yazının içinde genel olarak Sokratik sorgulama tekniği kullanarak cevabı sorular halinde kendimize sormamızı isteyeceğim. Bunun cevaplarına toplumsal ve bireysel algılar açısından değineceğim. Çünkü bizleri ve doğrularımızı oluşturan şeyler genel olarak olgulardan çok algılar olmuştur. Olgular genellikle “ne?” sorusuna üstün körü bir cevap verirken, yanında bir algı ile desteklenmiyorsa tatmin edici bir mantığa hizmette bulunmazlar. Bir şeyin neden ve nasıl olduğu “o ne?” sorusunun cevabını anlamlı bir hale sokar. Genel geçer iki örnekle bu yazdıklarımı soyutluktan somutluğa doğru evriltmek istiyorum. İlk önce buzun oda sıcaklığında erimesini değerlendirelim. Bu bir olgudur. Fakat buz neden erir ki? Ya da erimek nedir? Bir tahta neden erimez? Katı bir cisim neden sıcaklık sayesinde şekil değiştirir? Bu gibi soruların belli başlı bir cevabı vardır ve bu cevabın ne olduğunu anlayabiliriz. Bu yüzden algılarımız ancak gerçeği manipüle eder diye düşünebiliriz. Fakat buzun su olmasının önemli olmasını neye göre karar veririz? Erimenin kendisinin bu kadar önemli olduğuna nasıl karar veriyoruz? Belki de buzun şekil değiştirmesi kendi varlığı konusunda önemli bir yere sahip değildir. Kendi algımız burada buzu veya suyu kullanma biçimimiz şeklinde işlevselliği yönünden bunun önemli bir değişim olduğunu söylüyor olamaz mı? Susarsanız buzu içemezsiniz sonuçta. Evet, şimdi ikinci örneğe geçelim. Bu biraz daha basit olsun, tabii kendi bilişsel algımıza göre. Bir insan sizi gördü ve sevdiğiniz bir insandı. Selam vermeden yoluna devam etti.

“Beni o kadar sevmediği için selam vermeden geçti.”

İşte bu sizin algınız ve o sıralar realiteniz. Fakat aynı zamanda bu şahsın belki de selam verme gibi bir alışkanlığı olmayabilir, sizi görmemiş olabilir, ilk selamı sizden beklemiş ve sizin hakkınızda da benzer şeyler düşünmüş olabilir, farklı bir durum olduğundan zihni yoğun olabilir… Bu örnekler uzar gider. Fakat sizin algınız ve gerçekliğiniz o sırada o değildir. İşte bu iki kısa örnekle sizin algılarınızın olgulardan daha çok realitenizin belirlenmesinde önemli bir yer kapladığını anlatmaya çalıştım kısaca. O yüzden intihar ile ilgili algıların değişmesi toplumsal açıdan kritik bir role sahip.

Şimdi bunlar eşliğinde öncelikle intihar nedir, bir insan neden intihar eder ve bir insan nasıl intihar edebilir sorularını gözden geçireceğiz. İntihar hepimizin bildiği üzere bir canlının kendi yaşamına son vermesidir. Peki bir canlı yaşamına nasıl son verebilir. Aslında bu sorunun bir cevabı var. Pasif ve aktif olarak. Aktif olmak eyleme dökmek iken, pasif olmak kayıtsızlık eylemi içerir tam aksine. Yaşamına son verme düşüncesini bir nesne ile gerçekleştirebilir. Genel intihar kavramı bu şekilde çoğunluğumuzun zihninde yer etmiştir. Ama tabii ki de bunlarla kısıtlı değildir. Bazen insanlar riskli davranışlar göstererek de bilinç olarak tam anlamıyla farkında olmadan da intihar davranışında bulunabilir. Örneklendirmek gerekirse dikkatsiz araç kullanımı veya kontrolsüz yüksek doz alkol alımı bunlardan iki tanesidir. Yani intihar sadece bilinç ile olmaz, bazen bilinçaltıyla da olabilir. Düşünsenize, birçok insan neden zararlarını bile bile zararlı madde kullanımında ısrar ediyorlar veya başlıyorlar? Tamam dopamin dengesi ve yoksunluktan çekinmeleri büyük bir etken. Fakat madem yazının başında insanlığın ve tüm canlıların ana kodlarından biri hayatta kalmak dedik, bu bir tezat oluşturmaz mı? Dopamin ihtiyacını karşılamak mı acaba madde kullanımının tek nedeni? Dünya üzerinde herhangi bir bağımlıya, bağımlı olduğu bir objeyi bir dakika kullanmaması karşılığında hayatta kalabileceğini vaat edecek bir senaryodan bahsetmek, zaten intihar düşüncesini aktif olarak içinde barındırmayan her bir fert bu bir dakikanın sonuna kadar dayanır belki de. Fakat kullanım sırasındaki bu “aldırmazlık” belki de tam olarak bu thanatonasa hizmet etmektedir. Araştırmalara göre bipolar veya unipolar depresyona sahip olan bireylerin madde kullanımına, herhangi bir depresif veya manik epizoda sahip olmayan bireylere göre maddeye başlama ve bağımlılığı sürdürme açısından daha yatkın olduğu defalarca kez ispat edilmiştir. Bu gizli intihar değil de nedir? Neyse, intiharın ne olduğu ile ilgili algılarınıza hafif bir darbe yerleştirmiş olduğumu ümit ediyorum. Sırada bir insan neden intihar eder sorusunun cevabını tartışmak var. Bu sorunun cevabını intiharı bir zayıflık olarak görmek veya sorumluluktan kaçmak olarak algılayabilir insan. Fakat ben şahsım açısından bu pencereyi işlevsiz buluyorum. Bilimsel araştırmalara göre intihar eden insanların %90’ında depresyon gözüktüğü saptanmış ve majör depresif bozukluk sahibi kişilerin hayat boyu intihar oranının %15 olduğu görülmüştür. Bipolar depresyonda ise bu oran daha fazladır. Ruhsal acıdan kurtulma algısı. En büyük düşmanımız bu olmalı bu yüzden. Öğrenilmiş çaresizlik ve umutsuzluk modelleri bu kuramı destekler. Depresyon hem hormonal dengesizlikler hem de çocukluk çağında oluşan belli başlı şemalar sayesinde ortaya çıkmış olabilir. Birçok insanın algıladığı gibi zayıflık değildir. Ciddi bir patolojidir ve hakkında seneler boyunca çeşitli araştırmalar yapılmıştır. İşleyişi ve tedavi süreci benzerlikler gösterir. İntihar o yüzden kişisel algılarımız veya inançlarımıza göre büyük bir günah, sorumsuzluk veya zayıflık olabilir ama bu kişisel algılarımızın doğruluğunun herhangi bir temeli yoktur. Depresyon; morbiditesi olan, biyolojik, sosyolojik ve psikolojik temelli bir rahatsızlıktır.

Peki bir insan neden intihar eder? İntiharın konuşulması onu yaygınlaştırır mı veya teşvikte mi bulundurur? İntihar bir insanın aynı zamanda tutunduğu son kurtuluş yoludur çünkü hayatta kalma gibi temel bir kodla çelişir. Bir insan yüzlerce saat yaşamak için eylemde bulunur belki sadece bir dakika intihar için aksiyona geçer. Toplumsal olarak büyük bir yanılgı içerisindeyiz. Bu yazıda bireysel ve toplumsal realitemizin ne denli patolojik olduğunu vurgulamak isterim. Bir depresyon hastasından yüzlerce kat daha patolojik. Bir kişi böyle bir davranışı harekete geçirmeden önce genel itibariyle bunu söze döker. Bunu konuşmaya çekinmek o kişiye yardımcı olmaz hatta suçluluk şemasını destekleyerek aksiyonunun artmasına teşvik eder. İntihar eden kişilerin %80’i işte tam bu nedenlerden dolayı bu eylemi yapmadan önce konuşma yoluyla ifade ederler kendilerini. Bir ümit ışığı ararlar. Bu bir yardım çağrısıdır kısacası. Kafasında rota belirmiş olan bir insanın aradığı son bir konaklama yeridir belki de. Bu yüzden bu konuyu konuşmaktan asla ve asla çekinmemeli insanlar. Sorunun üstünü kapatmak bir yardım değildir. Bir insanın hayata tutunmasını sağlamak belki de gelecekte bir nesli kurtarmak olabilir. Hayat bazen bir meydan okumaya dönüşebilir ve bazı insanlar bazı konularda daha güçsüz olabilirken bazı insanlar bazı konularda daha dirayetli olabilir. İnsan bu yüzden hayatta kalabilmek için sosyal bir varlık olma yolunu seçmiştir. Yardımlaşma bir zayıflıktan çok insaniyetin göstergesidir. Vermekte, almakta kutsaldır. Bu yüzden intihar düşünen bir insana yardımcı olabilmeye çalışmak toplumsal bir vazifedir. Bu yüzden ilk öncelikle intihar üzerine düşünen insanların algılarını konuşmak yerine toplumun genel algılarının değişmesi gerektiğinin kanaatindeyim. Toplumda “işlemeyen çark yok olmalı” düşüncesi kadar zalimce bir düşünce var olmamıştır. O yüzden sosyal destek, terapi ve ilaç kullanımı için teşvik insaniyetimiz için öncelikli olarak bireysel vazifemizdir. İyi fert olabilmek için belki de… Çünkü iyi fertler iyi toplumu oluştururlar.