16 Ocak 2022

En Uzun Yüzyıl ve Ahmet Cevdet Paşa | 1. Bahis

Yazar: Gonca GÖKTAŞ

Kapital Avrupa

1905 senesinde Einstein, Annalen der Physik dergisinde büyük tartışmaları beraberinde getirecek o meşhur kuramını paylaşır: Özel Görelilik Kuramı, bilinen adıyla İzafiyet Teorisi. Ona göre bütün varlıklar ve varlığın fizikî olayları izafidir. Zaman, mekân, hareket birbirlerinden bağımsız değildir. Aksine cisim zamanla, zaman cisimle, mekân hareketle, hareket mekânla ve dolayısıyla hepsi birbiriyle bağımlıdır. Teori günlük yaşamımızda mutlak olarak algıladığımız zaman gibi kavramların da göreceli olduğunu söyler. 19. yüzyıla ‘en uzun yüzyıl’ diyen tarihçilerin İzafiyet Teorisi’nden haberleri var mıydı, bunu öğrenebilecek bir veri ise ne yazık ki elimizde yok. Fakat buradan bakınca ‘100 yıllık’ bir dönemi kapsamadığı aşikâr bu çağın. Nitekim Hobsbawm tarihsel olarak 19. yüzyılı 1800 ile 1899 arasında kalan devre olarak değil, Fransız Devrimi ile başlayan ve Birinci Dünya Savaşı ile son bulan, 1789-1914 dönemi olarak tanımlar. Bu dönemi ilgi çekici kılan ise, öyle sanıyorum ki, günümüzdeki pek çok olgunun sözünü ettiğimiz tarihlerde şekillenmiş olması.

Doğudan batıya dünyanın her köşesinde büyük değişimlere eşlik eden sancılı bir doğum sürecine rastlamak mümkün bu yüzyılda. Amerika’nın siyaset sahnesine çıkışı, Sanayi Devriminin yansımaları, Fransız ihtilalinin ateşlediği kavmiyetçilik düşünceleri ile ulus devlet anlayışının hâkim olmaya başlaması ve imparatorlukların sonunun geldiğinin işareti1… 16. asırda toplumun dolayısıyla kendisinin ‘yeniden doğuşuyla’ dönüşüme başlayan, coğrafi keşiflerle dış dünyaya keşfe çıkan, Rönesans ve Reformla içinde yaşadığı kavramsal dünyayı sorgulayan, Aydınlanma ile varoluşa dair sorular ortaya koyan, vatandaş olarak siyasal açıdan modern devletin yapı taşını oluşturan, seküler, aklın egemenliğine inanmış ve en nihayet bu dönüşümünü ilerlemeye ‘iman ederek’ tamama erdirmiş2 bir ‘Avrupalı birey’ prototipi yine bu yüzyılda karşımıza çıkmakta. Bütün bu dönüşümlerin sacayağı olan Aydınlanma ise, Polanyi’nin 19. yüzyıl uygarlığının payandaları olarak saydığı temellerin ortaya çıkmasında son derece etkili olmuştur: iktisadî faaliyetlerde rasyonelleşme, kapitalizm, emperyalizm…

Amin Samir aydınlanma felsefesindeki yeni birey tipi ile kapitalizm arasında sıkı bir ilişki olduğunu söyler. Ona göre bu bireyin kendine dair kurmuş olduğu ‘biricik’ dünya kapitalizmin yerleşmesi için uygun bir zemin oluşturmuştu. Aydınlanma felsefesi kapitalizmin doğuşu için gerekli bir hazırlıktı sadece. Çünkü Marshall Berman’ın belirttiği gibi aydınlanma bilimi insana, onu “özgürleştirme”, kendini evinde hissedeceği bir dünya ve sonsuz bir barış vadediyordu. Bu düşüncenin insan projesinde “Tanrı’nın yerine konarak” metafizik bağlarından koparılmış, bir tarihte veya bir toplumda yer almayan, katışıksız bir insan soyu vardı. Daha önceki dönemde hayatı bütünleyici bir anlam kümesine sahip olan geleneğin biriktirmeye dair set etkisi de yıkıldığı zaman kapitalizm, Avrupalı bireyler için bir üretim ve tüketim çarkını döndürmeye başlayan ve sermayenin araç değil amaç olarak görüldüğü bir sistem olarak yerini çoktan uluslararası pazarda kapmıştı.

Anlaşılıyor ki, 19. yüzyılın insanlık için getirdiği en önemli yenilik emek, toprak ve paranın satın alınabilir hale getirilmesi olmuştur. Bu sosyal iktisadî yapı içerisinde emek ve onun sahibi satılığa çıkarılmıştır. Avrupa merkezli alınan bu yeni istikamet sömürgeciliğin devlet eliyle yürütülmesini ve pek tabii emperyalizmin temellerinin de yine bu dönemde atılmasını sağlamıştır. Sonuç olarak Avrupa insanının kapitalizmin rengine boyanan duygu, düşünce ve inançları; sahip oldukları siyasal, dinsel ve entelektüel olguları, ‘tek ve gerçek çehrenin’ yani sermayenin, çehresine taktığı maskeler olmaktan öteye geçememiştir.