16 Ocak 2022

En Uzun Yüzyıl ve Ahmet Cevdet Paşa | 2. Bahis

Yazar: Gonca GÖKTAŞ

Değişim Asrında Bir Dev Çınar: Osmanlı

Dünya düşünsel, duyusal, vicdani olarak durdurulması mümkün olmayan bir değişimin düğmesine çoktan basmıştı. Avrupa’daki süratli değişimin, inisiyatif kullanarak, zorunlu sebeplerden dolayı olduğu öngörüsünde bulunabiliriz; İstanbul’un fethi, deniz ve kara ticaret yollarının Türklerin eline geçmesi, kilisenin aklı ve insan iradesini yok sayan dogmatik baskıları gibi mücbir sebeplerden dolayı Batı kendini radikal bir biçimde yeniden sorgulamıştı. 19. yüzyılda sistematikleşerek yayılan bireyci, ulusçu, akılcı akımların gündeme getirdiği somut değişimlerin yanı sıra; sanayileşen ulusların ekonomik pazar edinme çabaları ile yeni dünya düzeninde iyice artan sömürgecilik faaliyetlerinin meyvelerinin verildiği hatta sanayileşmesini erken tamamlayan ülkeler tarafından toplanmaya dahi başlandığı bu paylaşım çağında3 dümene geçmeyen, değişime kayıtsız kalan coğrafyaların çözülme sürecine tanıklık etmişti tarih. Aynı tarih sanayileşme sürecini bünyesine iyi adapte ederek savaş sanayisini ve ordu düzenini kısa zamanda geliştiren Rusya’ya karşı yüzyıl boyunca ardı arkası kesilmeyen savaşlar veren Osmanlı’nın en büyük ve asıl tehdidinin bu amansız düşman değil; kendi içinde kangrenleşmiş, ağır ve işlevsiz duruma gelen kurumları, devleti müşkül duruma sokan dar görüşlü, liyakatsiz devlet adamları ve en önemlisi “silah kullanmasını bilmeyen zavallı bir esnaf kalabalığına dönüşmüş ordu(su)” olduğuna da şahitti.

Osman Bey’in 1299 yılında bağımsızlığını ilan ederek kurduğu devlet, 16. yüzyılda gücünün sınırlarına ulaşmıştı. Doğu Avrupa, Güneybatı Asya ve Kuzey Afrika’ya kadar topraklarını genişletmiş, bulunduğu çağın ‘süper gücü’ olma sıfatını hak etmişti. Küçük bir beylik olarak aldığı ilk nefeslerden itibaren devlet aslında dinamik bir yaşam tarzına sahipti. Geleneksel değer ve kurumlarının özüne zarar vermeden karşılaştığı toplumların deneyimlerinden istifadeye açıktı. Roma ve Bizans gibi devletlerin kurumsallaşmış idari ve siyasi birikimlerinden rasyonel bir biçimde faydalanmış, üç kıtada adil ve hâkim bir devlet yapısı kurarak bu topraklara kendi özünden mayalamıştı.

  1. asrın ortalarına kadar birçok yönden dünya standartlarının üzerinde bir yapıya sahip olan Osmanlı, bu tarihte keskin bir virajda direksiyon hâkimiyetini kaybetmekteydi. Devletin dünyada gelişen olaylara dair analiz ve karar yetisinin dumura uğramasını Ramazan Korkmaz, bir yazısında “Güven Sendromuna” bağlar. Ona göre yüzyıllardır dünyaya hükmetmiş bir güç, gelişmeleri takip etmemeyi ve şartlara göre pozisyon almamayı sakıncalı görmemişti. Diğer ülke krallarıyla sadrazam düzeyinde görüşen Osmanlı padişahları itibarını bütün zamanlara matuf bir değer olarak düşünüp çevirmen yetiştirme derdine bile uzunca bir zaman düşmemişti. “Bu aşırı güven duygusu, onu ‘kaygıdan’ uzaklaştırarak savunma ve güvenlik reflekslerinin zayıflamasına ve bir süre sonra da felç olmasına neden olacaktı. Oysa kaygı, ontolojik anlamda insanı kuran bir itkidir; bireyin ve toplumların geleceğini biçimlendirir. Kaygılarını yitiren birey ve toplumlar, gelecek tasarımlarını da yitirirler.”

Sebebi ne olursa olsun Osmanlı 19. yüzyıla geldiğinde bir uyanış yaşıyordu. Sosyal, siyasi, askeri, ekonomik, kültürel vb. birçok alanda ıslahatlara başlanmıştı. Yüzyılın sonuna gelindiğinde basın-yayın, edebiyat, tiyatro, sosyal hayat, eğitim-öğretim, kent, insan, aile, nüfus, askeri yapı, yabancı ve kültürel müesseseler, sosyal ve mali yapı, üretim, ulaşım ve ticari alanlarda4 önemli değişimler kayıtlara geçildi. Fakat Dev Çınar’ı daha zor günlerin beklediği aşikârdı. Avrupa’nın 500 yıl boyunca öteki olarak niteleyip kendisini onun karşısında olmakla tarif ettiği Osmanlı, dünyaya bir süre de olsa sırtını dönmenin ve belki de “Güven Sendromunun” bedelini ne yazık ki canhıraş biçimde ödemeye hazırlanıyordu.