7 Ocak 2024

Nefes

Yazar: Rabia Mutanoğlu

Bazı filmlerin tek başına, filmden sonra ne yapalım diye düşünmek zorunda olduğun biri olmadan, sadece izleyip düşünmek için olduğuna inanırım. Nefes Yer Eksi İki de benim için böyle bir film. Bu yüzden yalnız gittim izlemeye. 2023’ü özel bir filmle kapatmak istedim. Bu yüzden IMAX dahil geniş kapsamlı bir sinema salonu araştırması yaptım. Fakat sonra fark ettim ki salonun büyüklüğü arttıkça kalabalıklığı da artacak ve dolayısıyla, benim nezdimde, samimiyeti azalacaktı. Bu yüzden Büyülü Fener Sineması’nda bir akşam seansı seçtim. Bilmeyenler için Büyülü Fener, Ankara’nın Beyoğlu Sineması’dır. Alışveriş merkezi sinemaları gibi yorucu da değildir hem. Arada vizyondan kalkmış, nostaljik ve kült filmleri ve festival filmleri vizyona sokar. Güzeldir.

 

Düşüncelerimi belirtmeye başlamadan önce şunu söylemek istiyorum ki bu yazıda filmi, ister istemez, 2009’da çıkan Nefes Vatan Sağ Olsun ile kıyaslayacağım. Aslında son filmin değerlendirmesinden daha çok Nefes filmlerine yönelik genel bir yazı olacak bu. Kıyası da anlayabilmeniz için çok kısa, künye niteliğinde bilgi vermek istiyorum. 2009’daki ve 2023’teki iki filmin de senaristi aynı kişi: Hakan Evrensel. Kendisi, vakti zamanında ordudan kendi isteği ile ayrılmış bir Harbiyeli. Yani bir asker. Yani izlediğimiz bu iki filmin de senaryosu Güneydoğu’da görev yapmış bir askerin kaleminden çıkıyor. Aynı zamanda Nefes Vatan Sağ Olsun’un yönetmen yardımcısı Hande Türkel de bir asker kızı. Bu çok önemli bir ayrıntı çünkü askeri filmlerde en büyük sıkıntılardan biri gerçeği yansıtmaması ve olayların kimi zaman ütopikleşmesi oluyor. Fakat Nefes’lerde böyle bir sorun çok fazla görmüyoruz, fikrini aldığım askeri personellerin söylediklerinden ve okuduğum yorumlardan yola çıkarak. Senaristi aynı olan bu iki filmin yönetmenleri farklı ve bunu söylemek için yapım ekibine bakmaya dahi gerek yok. 2009’un yönetmeni Levent Semerci. 2023 Ozan Uzunoğlu. Ben şahsen Semerci’nin açısını daha çok beğendim, nedenlerine geleceğim. Künyeye dair ilgimi çeken bir başka şey ise oyuncu kadrosu oldu. Şimdi, herkes az çok farkındadır ki son zamanlarda, özellikle Nefes Vatan Sağ Olsun’dan sonra Türkiye’de yapılan askeri film ve diziler inanılmaz şekilde artmış ve popülerleşmiş durumda. Filmler o kadar olmasa da özellikle diziler, bu yukarıda bahsettiğim “ütopikleşme” kavramının tam temsili. Bununla birlikte hayatımıza, askeri personeli oynamak için yaratılmış oyuncular girmeye başladı. Bir dizide bir rütbe ve karakter ile gördüğümüz aynı oyuncu, başka bir kanalın “askerli” dizisinde başka bir rütbeyle veya ajan kimliği ile karşımıza çıkıyor. Açıkçası bu bana çok komik geliyor. Memlekette erkek oyuncu kıtlığı mı var da sürekli aynı adamları çevirip çevirip oynatıyorlar? Ya da acaba “Bu adam hazır asker rolünü, silah tutmasını, tekmil vermesini biliyorken yabancıya gitmeyelim” deyip mi çıkarıyorlar önümüze, bilmiyorum.

 

Daha filmin ilk dakikalarından fark ettiğim en bariz husus, bu filmin 2009’dakinden çok farklı olması. İsimlerini saymazsak tamamen farklı iki film resmen. Bu farklılığı kısaca özetlemem gerekirse: 2009 Nefes, izleyiciye tam olarak “gerçekliği” en yalın ve düz haliyle vermişti. Nefes Yer Eksi İki’de ise gerçeklik verilmiş, fakat daha çok dram yapılmıştı. Yani Nefes Vatan Sağ Olsun bitince dakikalarca ekrana kitlenip, izlemiş olduğum sahne ve olayın netliği, acımasızlığı ve donduruculuğunu düşünen ben; Yer Eksi İki’de izlemiş olduğum sahnelerin vuruculuğundan çok hüznünden ötürü perdeye kitlendim. 2009’da daha az müzik ve daha çok durum varken, 2023’te daha çok müzik ve daha çok dram vardı. Bunu, araya sıkıştırılan ve bence biraz gereksiz yer verilen Meryem ve Salman sahnelerinden de anlayabilirsiniz. Bakın, 2009’da dram yok demiyorum. Bu iki film de dramın ta kendisi. Hatta filmde üs bölgesine savaş muhabiri olarak gönderilen karakter, bir nevi biz izleyicinin gözü niteliğindeydi. O zorlu şartları, bir asker değil de sivil gözünden film içinde yansıtmışlardı. Amaç da buydu zaten. Oradaki zorluğu ve hayat şartlarını göstermek. Bizler gözümüzü her sabah güvenli bir ülkeye açabiliyorsak arkasında tüm bu dramlar ve vedalar var. Fakat iki filmi, harbin psikolojik tahlilini perdelemek açısından karşılaştırmak gerekirse, ilk film bu açıdan çok daha vurucuydu. Çünkü 2023 sanki bu acımasız gerçekliği vurgulamaktan daha çok izleyiciyi ağlatmayı hedeflemişti. Bu filmde asker, ilk filme göre çok daha duygusaldı.

Bu iki filmin vermek istediği mesaj da farklıydı zaten. Nefes Vatan Sağ Olsun bir psikoloji, bir durum filmiydi. Orada dağları, askerleri ve çatışmaları anlatmaya, bizim sivil zihinlerimize anlamlandırmaya çalıştılar. Nefes Yer Eksi İki ise bir hikâye filmiydi bence. Askerin psikolojisi, harp sahası ve dağların yalnızlığından ziyade bir olay örgüsü vardı. Dolayısıyla Vatan Sağ Olsun için daha durağan ve estetik(!) (Savaş ne kadar estetik olabilir sorusunu Aşk, Savaş ve Estetik yazımda tartışmıştım) iken, Yer Eksi İki daha çok aksiyon filmiydi.

Bir başka nokta ise görsellik. İkinci film, çatışma sahneleri dışında estetik(!) bir görsellik sunmak amacıyla yapılmamıştı, birinci filmin aksine. İlk filmde kameranın yaklaşıp uzaklaşması, odağı, sahnenin renk paleti, siyah-beyaz efektler gibi görsel oyunlar daha fazlaydı ve filmin o kaotik ve depresif sayılacak havasını verme konusunda en etkili unsurlardan biriydi bu. Mete Yüzbaşı’nın dağda bir sandalye üzerinde oturduğu bir sahne vardı mesela. O sahne öyle bir bakış açısıyla çekilmişti ki, izlerken “Şu dağların dili olsa da konuşsa” fikrini size çok net şekilde vermişti. Bu ikinci filmde onu tam göremesem de fotoğrafçının Kuzguncuk denilen bölgeye doğru bakıp askere “Aşağılar mı daha tehlikeli yoksa yukarısı mı” diye sorduğu ve askerin de “Rakım arttıkça Allah’a daha yakınlaşıyorsun.” diye cevap verdiği sahne, dağları bu sefer buruk bir tebessümle hissettirdi bize. Burada görsel oyunlar ve sahne estetiğinden daha çok, dediğim gibi hikaye baskındı.

 

Onun dışında ilk filmle bazı benzerlikler vardı. İlk filmin artık neredeyse kültleşmiş Mete Yüzbaşı’nın “Sen uyursan herkes ölür” konuşması olmasa da bu filmde de o minvalde bir konuşmaya yer verilmişti. Benim izlerken dikkatimi çeken hususlardan biri filmde şehit olan asker için haberlerde kısa bir şekilde ve ismi bile söylenmeden yer verilmesiydi. Önceki filmde olduğu gibi bu filmde de bunun eleştirisi yapılmıştı. Fakat benim asıl dikkatimi çeken, Vatan Sağ Olsun’da bu süreden 45 saniye diye bahsederlerken, günümüzde çekilen filmde 45 saniye bile değil, 10 saniye (saydım) yer verilmesiydi. Ben bunu o an günümüz haberciliğinin, sanki artık şehit verilmesi normalleşmişçesine değinip geçtikleri şehit haberlerine olan yaklaşımına bir eleştiri olarak algıladım. Hoş, hikâye 1993’te geçiyor fakat “Ateş düştüğü yeri yakar.” sözü her çağın acı bir gerçeği maalesef. Ayrıca 1993 olması, günümüz eleştirisini yapmamak için bir sebep değil.

 

Bu film, ilk Nefes ile bağdaştırılarak izlenmemesi gereken bir film.

Ben yazımın tarzı gereği ilk film ile karşılaştırarak ele aldığım için belki anlaşılmamış olabilir ama o kadar vurucu bir filmdi ki, film bitip oyuncu kadrosu, sahne kadrosu, ışık ve ses, hatta karavan şoförlerinin isimleri akıp bitinceye kadar- ki bu yaklaşık 4-5 dakikaya tekabül ediyor- kimse, resmen koltuklara çivilenmişçesine yerinden kalkamadı ve tüm salon kitlenmişçesine kayıp giden isimleri izledik. Akan burunların çekilme sesi dışında çıt bile çıkmadı. Film sonrasında salondan çıkıp, resmen çarpılmışçasına yürümeye başlayınca, Ankara’nın da ayazını yemem neticesinde biraz kendime gelir gibi oldum. Sadece yürümek istedim. Çünkü çok büyük bir özlem ve hüzün ile dolduğumu hissettim. Gözlerim, vücudumun soğukluğu kadar donuk halde; elimdeki, izlerken yerim diye alıp filmin başlaması ile aklıma bile gelmeyen, çubuk kraker paketinden krakerleri sanki yediğimden haberim yokmuşçasına bir ruhsuzlukla kemirerek Selanik’te yürüdüm. O kadar kafası karışık ve düşünceli haldeydim ki gerçekliğe (sanki izlediklerim başka bir dünyaymış ve gerçek değilmiş gibi) dönebilmek için Karanfil’in köşesindeki anlamsız ve neden hala durduğunu bilmediğim, milli heykelimiz mavi Avatar heykelini bile izledim fakat ayılamadım. İyi film budur işte. Bittiğinde seni hala düşündürten, güldüren, ruh halini düşüren, kafanı karıştıran… Kısaca film bitse bile sendeki tesiri hala- ne şekilde olursa olsun- bitmemiş filme iyi derim ben. Çünkü iyi anlamda da kötü anlamda da olsa, bittiği halde seni hala onun üzerine bir şeyler hissetmeye devam ettiriyorsa başarmış demektir. Hayatında bir iz bırakmış demektir.

Vatanını seven herkesin; vatanı onlar belleyip bu soğukta nöbet tutan, sevdiklerinden kısmi veya ilelebet ayrı kalan tüm kahramanlarımızı, en azından bir nebze olsun anlayabilmek için izlemesi gereken filmlerdir Nefes filmleri.

“Uyursan ölürsün” sadece bir cümleden ibaret değildir. Bu vatan topraklarında kimse uyuyamaz. Uyumamalıdır. Uyursak ölürüz. Uyumayıp çalışmalı, bu toprakları teröre, haine ve iç-dış tüm düşmana dar etmeliyiz. Bu savaşın yükü ve bu vatanda güvenle, huzur içinde yaşamak için ülkemizi korumak; sadece sınırdaki, Irak’taki, Suriye’deki kamuflajlı askerin değil; laboratuvardaki önlüklü teknisyenin, fabrikadaki tulumlu işçinin; kodlarıyla, alet edevatıyla mühendisin, elindeki kitabıyla üniversite hocasının, hazırladığı ve sunduğu haberlerle gazetecinin, yetiştireceği öğrencileri ile öğretmenin, hepimizin, tüm milletin vefa borcudur. “Kader kahramanını arar… ve bulur.” Sonra bir helikopter ile taşınır kahramanın naaşı, bembeyaz karlara vuran güneş ışınlarının yakıcı sıcaklığına doğru. Biz o helikopteri, kerpiç evlere gidecek acı haberler için değil; düğününe gidecek Onbaşı Aliler, eşinin doğumuna yetişecek Tayfun Yüzbaşılar için kaldırmalıyız. Bizi yaşatmak için yaşayanları yaşatmak için çalışmalıyız. Attığımız her adımı, okuduğumuz her kitabı, öğrendiğimiz her bilgiyi bu vatanın çıkarları uğruna kullanmayı öğrenmeli, bunun farkında olarak yaşamalı ve bunu hayatımızın odağı haline getirmeliyiz. Çünkü bu uğurda kimimizin meskeni dağlarken; kimimizin meskeni okuldur, hastanedir, fabrikadır, matbaadır. Fakat nihayetinde hepimizin tek bir meskeni vardır. Vatan.

Vatan sağ olsun, deriz ya hep. Vatan sağ olacaktır. Biz, bu vatanı onların varlığı ile sağ etmeliyiz; yokluğu ile değil.

 

Meskeni dağlar olan, hikayesi yarım kalan bir yiğitin sözüyle bitirmek isterim yazımı.

“Yağmur ıslanmayana

Aşk yaşamayana

Savaş savaşmayana güzel” (Şehit Piyade Teğmen Eril Alperen Emir)