2 Şubat 2024

Suriyeli mi Muhacir mi?

Yazar: Nida ALKAN

Savaş on birinci yılını geride bıraktı. Arkasında kan, gözyaşı, ayrılmış hayatlar kaldı. Ülkemizde olanlar ise hayatlarına mülteci (!) olarak devam ediyor. Evet evet, doğru tahmin ediyorsunuz. Gündemimizden hiç düşmeyen Suriyelilerden bahsediyoruz. Hepsinin tek bir ismi var: Suriyeli. Zihnimizde kodlanılan bu kavramı dilimize aldığımızda dahi bir ötekileştirme olduğu hissi ruhumuzu kaplıyor. Çoğumuz tanımıyoruz bile. Sadece çarşı pazarda duyduğumuz Arapça sözlerden, başörtülerini takma şekillerinden tanıyoruz belki de. Mahallemizde yaşayanlarsa komşu olmaktan ziyade sadece ya yardıma muhtaç kişiler – o da infak ruhunu kaybetmemişsek- ya da Suriyeliler işte. Bakın Rabbimiz ne buyuruyor: “…Onlar beldelerine göç eden muhacirleri kendi canları gibi severler ve onlara fazladan verilen ganimetlerden ötürü gönüllerinde en küçük bir kıskançlık duymazlar. Hatta onlar ihtiyaç içinde kıvransalar bile, daha muhtaç durumda olan mü’min kardeşlerini kendilerine tercih ederler. Şunu bilin ki, kim nefsinin cimriliğinden ve mala düşkünlüğünden kendini kurtarırsa, dünyada da ahirette de kurtuluşa erenlerdir.”¹

Kendi canları gibi sevmek… Onlara fazladan verilen ganimetlerden ötürü gönüllerinde en küçük bir kıskançlık duymamak… Şimdi kendimizi bir muhasebe edelim: Rabbimiz kendinden çok sev demiyor. Kendi canın kadar sev diyor. Peki kendimizi sevdiğimiz kadar şöyle dursun, seviyor muyuz? Bunu sorgulamamız gerekiyor. Mülteci değil de muhacir kardeşlerim onlar benim deyip bağrımıza basıyor muyuz?
Ayet- i kerime bir de onlara fazladan verilen ganimetten bahsediyor. Şu sözler dönüp dolaşıyor değil mi? “Suriyeliler onca yerden maaş alıyorlar. Rızkımızı yiyorlar.”

Maaş kısmı hakkında yeterli bir bilgim yok ancak bu lakırdıları çok duyduğumdan bir muhacir kardeşime sormuştum. O da: “Biz almıyoruz. Sadece yetim ve engelli bireyi olan ailelere veriyorlar o da çok cüzi bir miktar.” Kaldı ki hepsine verecek olsalar dahi Müslümanlar olarak gönlümüzde kıskançlık olmaması gerekmez miydi? Bunu biz değil; Rabbimiz söylüyor.

Rızık meselesine gelince orda bir duralım. Rızkı veren Allah, buna iman ediyoruz. Rabbimiz de mülkün sahibi değil mi zaten? Haşa, Rabbimiz bize verdiği rızıktan kısıp onlara verecek kadar aciz mi? Bu satırları yazarken dahi endişe ederken ben, nasıl olur da bu zihniyete sahip olabiliriz? Eğer böyle düşünüyorsak Rezzak ismine tekrar iman etmekte fayda var… Küçük bir muhasebe yaptıktan sonra devam edelim.
Peki bizler bu saatten sonra nereden başlayalım? Öncelikle kendi canımız gibi sevmekten. “Elimde değil kardeşim sevemiyorum.” diyebilirsiniz. Endişe etmeyelim. İnsan sevmeyi de öğrenir. Mahallemizden başlayalım mesela. Yoldan geçen kardeşlerimize selam verdiğimiz gibi muhacir kardeşlerimize selam verelim. Göreceğiz ki bu selam aramıza sevgi tohumları atacak. Bir Hâdis- i Şerif’ te şöyle buyruluyor: Ebû Hüreyre radıyallahu anhdan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Siz iman etmedikçe cennete giremezsiniz2; birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Birbirinizi nasıl seveceğinizi size söyleyeyim mi?” Ashâb- ı kirâm: “Söyle Yâ Resulûllah!” dediler. Peygamber aleyhisselâm “Aranızda selamı yayınız.” buyurdu.

Hâdis-i şerif bize şifreyi açıkça gösteriyor. Şifreyi de öğrendiysek eğer bundan sonra bir “selamün aleyküm!” demek sevmemizi ziyadesiyle kolaylaştıracaktır. Ha bir de, ihlasla yol almak, samimi bir niyet gerekiyor. Rabbimizin bize yardım edeceğini umuyoruz. Kendi canımız gibi sevdiğimiz yarınlara uyanma duasıyla.

Vesselam…

¹ Haşr Suresi, 9. Ayet
2 Kaynakça = Hadisin kaynağı = Müslim, Îmân 93, nr.1855