18 Mayıs 2023

“The Passion of the Christ” (İsa’nın Çilesi) Filmi Üzerine

Yazar: Şeyda EROL

Yıllar önce çekilen bu filmi yeni izleme şansım oldu ve izlediğimde kafamda birtakım düşünceler ve sorular hasıl oldu. Aynı zamanda Tarih bölümü öğrencisi olarak filmde dikkatimi çeken ve önemli gördüğüm noktaları sizlerle paylaşmak istiyorum.

2004 yılında vizyona giren Amerikan yapımı filmin yönetmenliğini, pek çok kişinin âşina olduğu Avustralya asıllı ünlü yapımcı ve yönetmen Mel Gibson yapıyor. Filmin ismi bize konusu hakkında açık bir şekilde bilgi veriyor. Film, Hz. İsa’nın Hristiyan inanışına göre çarmıha gerilmeden önceki son 12 saatlik çile öyküsünü anlatıyor. Mel Gibson’un Hristiyan olduğunu göz önüne alırsak filmin durduğu yeri de daha iyi anlayabiliriz. Filmin esas karakteri Nasıralı İsa’yı Amerikan aktör Jim Caviezel, annesi Meryem’i Rumen aktris Maia Morgenstern, Yeni Ahit’e göre İsa’nın takipçilerinden olan Mecdelli Meryem’i ise Monica Bellucci canlandırıyor. Bunların dışında filmde daha birçok tarihi şahsiyet mevcut ancak hepsini burada saymama imkân yok, yeri geldiğinde kendilerinden bahsetmeye çalışacağım. Film, Yeşaya kitabından bir alıntıyla başlıyor. “O bizim günahlarımız için yaralandı, haksızlıklarımız için ezildi. Biz ise onun yaralarıyla iyileştik.” ifadesi tam da Hristiyan inanışındaki ilk günah fikrinin bir yansımasıdır. İsa’nın Son Akşam Yemeği’nden hemen sonra açılan film, onun Şeytan’ın çağrılarına karşı koyuşu ve Yahuda’nın ihaneti sonucu tutuklanmasıyla devam ediyor. Filmin asıl olay örgüsünün tutuklanma sürecinden sonra başladığını söyleyebiliriz. Tutuklandıktan sonra Yahudi Yüksek Konseyi’ne getirilen İsa, Yahudiler tarafından birtakım suçlamalara maruz kalıyor ve nihayetinde öldürülmesine hüküm veriliyor. Bu suçlamaların en başında aslında İsa’nın Davut’un krallığını devam ettirerek söz konusu bölgenin kralı olacağı iddiası, halkı öğretileriyle isyana teşvik etmesi ve en önemlisi filmde de sıkça vurgulanan İsa’nın Mesih yani kendisini Tanrı’nın oğlu olarak görmesi geliyor ki en sonuncu suçlama da Yahudi dini inanışına aykırı bir durumdur. Bu sebeple filmde Yahudi başrahibi Kayafas İsa’nın öldürülmesine karar vermiştir ancak yüksek mahkemenin infaz etme yetkisi bulunmadığından Roma İmparatorluğu’nun bölgedeki valisi Pilatus’a müracaat edilmiştir. İsa’nın fiziksel anlamdaki çilesinin başladığını filmin bu sahnesinden itibaren yavaş yavaş hissetmeye başlıyorsunuz. Nitekim Vali Pilatus’un huzuruna zincirlere bağlanmış bir halde getirilen İsa’nın, Yahudiler tarafından çarmıha gerilmesi isteniyor. Filmde valinin bu istek karşısında adeta şaşkınlığa uğradığı ve infaz konusunda istekli olmadığı mimikleriyle çok iyi bir şekilde anlatılmış. Yahudilerin bu konudaki ısrarlarına en sonunda vali istemeye istemeye de olsa boyun eğmek zorunda kalıyor. Bu sahne tarihsel bakımdan da önem arz ediyor. Zira İncillerdeki anlatımlara ve dönemin tarihçilerinin kaynaklarına baktığımız zaman İsa’nın çarmıha gerilme emrini Romalıların verdiğini ve onların infazı gerçekleştirdiklerini görmekteyiz. Ancak filmde İsa’nın ölüm emrinin sorumluluğu Yahudilere yüklenmiştir. Yine filme göre Vali Pilatus bu konuda isteksizdir ancak Yahudilerin ısrarla İsa’yı kastederek onu çarmıha ger demelerine üzerine “mecburi” olarak vali infaz emrini vermek zorunda kalmıştır. Hatta o sahnede Vali Pilatus’un bir kâse suda ellerini yıkadığı gösterilmektedir. Bunun hiç şüphesiz sembolik bir anlamı vardır. Vali orada İsa’nın öldürülme günahından kendisinin beri olduğunu anlatarak Yahudilere adeta “Bunu siz istediniz, benim bir suçum yok!” demektedir. Bunun yanı sıra valinin karısı da İsa işkence görürken annesi Meryem’e beyaz bir bez getirerek bununla adeta İsa’nın kanını silmesini istemiştir. Bundan sonrasında ise izleyici de adeta İsa ile zorlu bir yolculuğa çıkıyor. Çarmıha gerilerek öldürülmesine hükmedilen İsa önce Romalı askerler tarafından ağır bir şekilde işkenceye maruz kalıyor. Halkın gözü önünde teşhir edilerek kırbaçlanan İsa’nın çilesi çarmıha gerilip vefat edene kadar sürüyor. Bütün bu çile anları izleyici için de yer yer dayanılmaz nitelikte acı olabiliyor. Aslında filmde İsa’nın fiziksel anlamda çektiği çilenin neredeyse filmin tamamına yakınında bu denli teşhir edilerek gösterilmesiyle izleyiciye bir alt mesaj veriliyor. Filmin başındaki pasajda da belirtildiği üzere İsa’nın bunca acıyı, çileyi insanlığın günahları için çektiği ve onlar için kendi bedenini feda ettiği, bu sebeple de ona minnettar olmamız gerektiği hissettiriliyor. Zira filmde İsa’nın, havarileriyle yediği son akşam yemeğinde ekmeğin bedeni olduğu ve şarabın da kanı olduğunu belirterek bunları kendisi öldükten sonra da yaşatmalarını havarilerinden istediği gösteriliyor. Filmin sonlarına doğru İsa çarmıhını kendisi taşıyarak gerileceği Golgota Tepesi’ne doğru uzun bir yürüyüş yapmaktadır. Filmde bu yürüyüş sırasında da İsa’nın Romalı askerler tarafından işkenceye uğradığı çok net bir şekilde gösteriliyor. Hristiyanlık inancında İsa’nın yürüdüğüne inanılan söz konusu güzergâh günümüzde de Kudüs’e gelen Hristiyanlar tarafından hac güzergahı olarak kabul ediliyor. Filmin sonunda İsa sağ ve solunda birer tane daha suçlu ile Golgota Tepesi’nde çarmıha geriliyor ve bir süre sonra da vefat ediyor. Film ise İsa’nın Hristiyan inanışına göre 3 gün sonra ölümden dirilmesiyle son buluyor. Filmin geneli olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki yönetmenin dindar bir Hristiyan oluşundan kaynaklı olarak Hz. İsa’nın tutuklanması ve öldürülmesi emri Romalılardan alınarak Yahudilere yüklenmiş ve bütün bunların sorumlusu olarak onlar görülmüşlerdir. Bu bağlamdan hareketle filmde önemli bir algı mühendisliği yapıldığı açık bir şekilde görülmektedir.