16 Ocak 2022

En Uzun Yüzyıl ve Ahmet Cevdet Paşa | 3. Bahis

Yazar: Gonca GÖKTAŞ

Modernleşmeyi Doğru Anlamak

Bir dizi yenilikler zaman kaybetmeden hayata geçerken Tanzimat Fermanı Osmanlı için önemli dönüm noktalarından biri olur. 3 Kasım 1839’da Mustafa Reşit Paşa tarafından Gülhane’de okunan bu ferman kitaplarımıza Batılılaşma yolunda ilk somut adım olarak geçer. Fuad Köprülü’ye göre ise Tanzimatçılığın hiçbir millî esasa dayanmayan Avrupa taklitçiliği, mektep-medrese ikiliği memleketi altmış, yetmiş sene faydasız hayaller peşinde koşturur. “Bir memleketin icâbâtı, ihtiyâcâtı, an’anâtı(gelenek) nazar-ı itibara alınmayarak yapılan yenilikler, eski mevcutları büsbütün ihlâlden başka bir işe yaramaz.” (2 Mart 1913, Tasvir-i Efkâr) Artı ve eksileriyle Tanzimat’a sistemli eleştiriler yapan aydınlarımız olmakla beraber bakışlarımızın takıldığı nokta farklı oluyor: öz ve değişim arasındaki denge. Pergelin sabit ucundaki isme odaklandığımızda ise “Her devrin mizacına göre davranmak ve her vakıanın icabına göre vaktiyle çare aranmak lâzım gelir.” görüşüyle bizi karşılayan kişi Ahmet Cevdet Paşa oluyor. Ahmet Zeki İzgöer, Paşa’yı anlattığı kitabının önsözünde şöyle diyor:

“Türkiye tarihinin XIX. yüzyıl olayları, şahsiyetleri ve kurumları üzerinde çalışacak herkes Cevdet Paşa’yı incelemek zorundadır. Meselâ Tanzimat devrinden bahsedilirken Cevdet Paşa’nın Bosna ve Kozan’daki ıslahatları, Adliye ve Maarif nâzırlıkları sırasındaki faaliyetleri ve Şirket-i Hayriye’nin kuruluşundaki rolü göz ardı edilemez. Diğer taraftan dil ve edebiyat mütehassıslarına göre Cevdet Paşa, Türkçe’nin kurallarıyla uğraşmış bir filolog ve Türkçe nesrin en güzel örneklerini yazmış bir ediptir. Hukukçuların gözünde Düstur ve Mecelle ile büyük bir âlimdir. Tarihçiler de onu başta Tarih-i Cevdet olmak üzere Tezâkir, Ma’rûzât ve Kısas-ı Enbiyâ’nın yazarı olarak tanırlar. Nihayet o, devrinin iktisadî ve malî problemlerine yabancı kalmayan ve bu meselelerin teorik yönünü inceleyen bir kimlikle de karşımıza çıkar. Görülüyor ki, aynı fertte devlet adamı, hukukçu, tarihçi, dilci vb. olmak üzere birkaç şahsiyet bir arada toplanmıştır. Karşımızda, otuz cilde yakın telif ve çeviri eseriyle büyük bir aydın bulunmaktadır.”5

Anlıyoruz ki Ahmet Cevdet Paşa’yı tanımadan Osmanlı açısından 19. yüzyılın tahlilini yapmak eksik kalacak. Gözlerimiz bu sefer biyografi kitaplarına ve hatıratlara yöneliyor.

İlim Yolunda Bir Gençlik ve Tatil Günlerinde Çalışmak

Ahmet Cevdet Paşa, 1822 yılında Bulgaristan’ın Lofça kasabasında dünyaya gelir. Asıl adı Ahmet olup Cevdet mahlasını sonradan alır. Babası, Lofça’nın ileri gelen eşrafından idare meclisi üyesi Hacı İsmail Ağa’dır. İlk tahsilini o zamanlar irfan merkezlerinden olan Lofça kasabasında yapar. Müftü Hafız Ömer Efendi’den Arapça tahsil eder. Henüz buluğ çağına dahi varmadığı bilindiği bu tarihlerde Şer’i ilimlerin kaynaklarından Halebi ve Mülteka’da maharet kazanır. 16 yaşına geldiğinde dedesinin yönlendirmesi ve kendisinin de bu yöndeki tutumu üzerine Harbiye mektebi yerine, ilim adamı olması arzu edilerek Tefsir ve Hadis ilimleri tahsili için 1839 yılı başlarında İstanbul’a gönderilir. İlk olarak Fatih’te Çarşamba Pazarı’ndaki Papazoğlu Medresesi’ne yerleşip Tefsir ve Hadis tahsiline başlar. Daha sonra Hamidiye medresesi ve kadılık mesleği imtihanlarını başarıyla kazanır. Onun İstanbul’a gelişinden birkaç ay sonra Osmanlı ülkesinde Padişah II. Mahmut vefat eder, yerine Sultan Abdülmecid geçer.

Dedesi ve babasının ihtiyaçları için gerekli parayı düzenli göndermesinden dolayı Ahmet Cevdet Paşa medresedeki arkadaşları içinde maddi durumu en iyi olandı. Öyle ki hizmetini görmesi karşılığında bir talebeyi tutar, onun masraflarını karşılar ve beslerdi. Kendisi de boş vakitlerini kitap okumak ve ilmi çevrelerde bulunmak için değerlendirirdi. İstanbul’daki 7-8 senelik tahsil hayatı onun yüksek zekâ ve kabiliyetini ispatlar nitelikte. Ahmet Cevdet Paşa, yalnız medrese ilimleri ile yetinmez, o tarihlerde medreselerden kaldırılmış bulunan eski tarzda Aritmetik, Cebir, Geometri, Astronomi ve diğer fizik ilimlerine dair pek çok kitap okur ve özel dersler alırdı. Aynı zamanda Şerh-i Akaid, Mutavvel derslerini devrinin üstatlarından takip eder, mantık derslerini seçkin müderrislerden tahsil ederdi. Yine bu gayreti sayesinde Mesnevi icazeti almış ve Farsçayı şiir yazacak kadar öğrenmiştir.

Hatıratlarından ilim yıllarına dair öğrendiğimiz ilginç bir nokta, tahsil hayatı içerisinde yalnızca bir Ramazan’da sıla için Lofça’ya ve bir kez de bir vesileyle Selanik ve Dırama’ya gezmeye gittiğidir. O tarihlerde Recep, Şaban ve Ramazan aylarında talebeler rızık kazanmak için taşraya çıkardı. Tahsil günleri de yılın yarısı kadar olduğundan Ahmet Cevdet Paşa tatil günlerinin hepsini İstanbul’da geceli gündüzlü ilim tahsiliyle geçirirdi. Tatil vesilesiyle boş kalan hocalarından istifade eder, tahsil günlerinden daha fazla bilgi edinirdi. Böylece herhangi bir talebenin on senede tahsil edemediği ilim ve fenleri Cevdet Paşa beş-altı sene zarfında tamamlamıştı.