18 Nisan 2024

Sır

Yazar: Meryem Reyyan TAŞTAN

“Sana anlatacağım sırrı taşıyabilir misin?”

Kendimden emin değildim. Lakin merakım galebe çaldı.

“Taşımaya çalışırım.”

“Çalışmakla olacak bir iş değil bu.”

“Taşırım! Kimselere de söylemem.”

Karşımdaki adam omuzlarını silkti:

“Birilerine söyleyip söylememen umurumda değil. Sen bu bilgiyle hayatına eskisi gibi devam edemeyeceksin. Buna rağmen öğrenmek istiyor musun?”

Muhtemelen hayatım altüst olacaktı. Ama gecenin bir yarısı kapımı çalan bu esrarlı adamın sırrına ortak olmadan da rahat edemeyecektim. En fazla ne söyleyebilirdi ki? Casus olduğunu ya da devlet sırlarına hakim olduğunu… Bunlar öyle alışılmamış şeyler değildi.

“Evet, istiyorum.”
“O halde kulaklarını iyi aç” İçmesi için getirdiğim sütten bir yudum aldı.

Adam sırrı fısıldadı. Sırrı öğrenmemle birlikte yüreğime ağır bir yük oturdu. Yıllarca tapınaklarda bizimle konuşan kişi Tanrı değilmiş! Karşımdaki bu adama aitmiş, ‘ilahi’ ses. Delirmiş olmalı!

“Kanıt istersin muhtemelen.” Sesini kalınlaştırdı ve rahiplerin bile söylemekte zorlandığı Sabır İlahisi’ni takılmadan okudu. Peltek, nazal ve ünsüz birçok harfin yan yana geldiği Tanrı kelimeleri içeriyordu ilahi. Halbuki yalnızca Tanrı, onu takılmadan okuyabilmeliydi.

“Bu nasıl olur? Tanrı kelimelerini nasıl bu kadar kolayca okursun?”

“Rahipler, Tanrı olacak kişiyi, güzel sesli çocuklardan seçiyorlar. Özel bir eğitime tabii olunca her hâlükârda o gıcık sesleri çıkarmaya başlıyor

“İlahiler hakkında doğru konuş!” Yakasına yapışmıştım adamın.

“Demek sır, sende de bir değişikliğe yol açmadı.” İri elleriyle yakasını benden kurtardı “Hâlâ eskisi gibi kör ve sağırsın. Böyle yaşamaya devam et! En azından bu dünyada kafan rahat olur.” dedi ve bardağının dibinde kalan son yudum sütü tepesine dikip kulübemi terk etti.

Adam çıkınca ihtiyar anam salona koştu. 

“Kimdi o? Niçin kavga ettiniz?” 

“Dinsizin teki işte!” 

“Öyle deme oğlum.”

“Aman, anne! Kendisi itiraf etti.”

“Pek de garip bir şeymiş! Tanrımız günahlarını affetsin…”

Anama odasına kadar eşlik ettim. Çocuklar huzur içinde uyuyorlardı. Mişka bir ara kapının çalınmasına uyanmış, anam da onu güç bela uyutmuş. Teşekkür ettim. O olmasaydı, bunca işin altından tek başıma kalkamazdım. Eşimin vefatından sonra anam bana çok arka çıkmıştı. Hayata atılma cesaretimi ondan ve Tanrı’ dan almıştım. Akis Salonu’nda bana güven veren o sözleri etmeseydi Yüce İlahımız, anamı da dinlemeyebilirdim. Atardım kendimi bir uçurumdan aşağı. Bunu da açıklasındı o dinsiz! Ben nasıl olur da hâlâ hayattaydım? Tanrı gönlüme huzur verdiği içindi. Beni güzel kelimeleriyle tatmin ettiği içindi. Saçmalıyordu o herif, kesinlikle saçmalıyordu!

Uyku tutmadı. Yüreğimde ağır bir yük vardı. O şerefsiz, beni huzursuz ettiği için miydi? Yoksa kalbimde mi bir sakatlık vardı? Tabibe görünmeliydim. En azından rahat etmem için bana ilaç filan hazırlardı. Uykumu kaybettiğimde, onun ilaçları hemencecik uyutmuştu beni. Yetenekli adamdı. Ama biraz pisboğazdı, anamın çöreklerinden götürmezsem benimle tövbeler olsun ilgilenmezdi.

“Ciğerlerde ve kalpte bir sorun yok.” Tahinli çörekten kocaman bir ısırık aldı Tabip. Uzun uzun çiğnedikten sonra “Yani tüm sorunlarının müsebbibi endişe.” diye ekledi.

“Ne iyi gelir peki? Dün gözüme hiç uyku da girmedi.” Cebinden işlemeli bir mendil çıkardı, elini ve ağzını sildi. “Endişe etmemek iyi gelir!” Kahkahayı koyuverdi.

Suratım asılmıştı, saçma sapan şakalarıyla uğraşamazdım.

“Oh, yine iyi güldüm. Sen de gülmelisin Rugal. Hep somurtarak, endişelenerek hayat geçmez. Hem bir süredir iyiydin. Ne oldu, çocukların başına bir şey mi geldi?”

“Gecenin bir yarısı deli herifin teki geldi. Tapınakla alakalı iftiralar atıp gitti. Ben de sinirlendim. Göğsüme bir yük oturdu bundan sonra. Kalbim çarpıntı yapıyor olabilir, diye gelmiştim ama…”

“Kalbin turp gibi! Ama adam sana büyü yapmış olabilir.”

“Öyle mi?”

“Tabii! Bu sabah senden önce iki kişi daha geldi. Adam onları önceki gece ziyaret etmiş, Durumları seninkiyle aynı. Ziyaret eden ifrit dahi olabilir.”

“Bu mümkün değil, evi ve bahçeyi geçen hafta arındırttık.”

“Tapınağa gitmende yarar var. Bu işlerden onlar anlar. Ama sana huzur veren birkaç bitki çayı yapıp göndertirim Toska’yla. Olur mu?”

“Peki Beyim öyle yapalım.”

“Annene çörekler için teşekkür ettiğimi söyle. Çok lezizdi.”

Tapınağa başvurduk. Bir Rahip Efendi’yi dolunay vakti bize gönderdiler. Tüm evi yeniden kutsadı. Birkaç kova dolusu arındırıcı suyu evin ve bahçenin her tarafına serpti. Sonra ev halkını yanına çağırdı. Tanrı’nın gözyaşlarıyla alnımızı sildi. Kalbimdeki yük hâlâ kalkmamıştı. Rahibe sordum ne zaman geçer, diye. Birkaç kere daha ayin yapılmalıymış, ağır bir büyü varmış üzerimde.

“Şu gece gelen adam nasıl biriydi? Uzun boylu, omuzlarına kadar dökülen bukleleri mi vardı?”

“Uzunca boyluydu ama saçını görmedim. Başını kukuletasıyla örtmüştü. Niye sormuş

“Kasaba halkını lanetleyip duruyor. Ev ev dolaşıp birçok kasabalının yüreğine ağırlık bıraktı.”

“Niçin kolcular bir şey yapmıyor?”

“Lanetinden korkuyorlar. Ama biz Tapınak olarak onlara yol göstereceğiz. O kafir, idam edilene kadar hiçbirimize uyku yok.”

“Ama sesi… Tanrı’nın sesine çok benziyordu.” diye fısıldadım.

“İfrit bedenini kontrol ettiği için böyle. Yüz yıllarca yaşayan ifritler Tanrı’nın sesini ve ilahileri taklit etmek için çok çalışıyorlar. Bazen de başarıyorlar.”

“Bir insan kesinlikle Sabır İlahisi’ni takılmadan okuyamaz değil mi?”

“Elbette Rugal. Şimdi mahsuru yoksa ödemeyi alayım. Tanrı’nın sana bu dünyada lütfu çok olacak. Bağışlarınla aslında huzurlu bir gelecek satın alıyorsun, ailen ve kendin için. Belki de torunları için.” 

Para dolu küçük bir kese uzattım. Rahip hepimize gülümsedi ve Tapınağa döndü. Aylık birikimimizin hepsiydi bu. Bir daha ifrit mifrit geldiğinde tırpanla kafasını koparacaktım. Bana daha aza mal olurdu.

Kalbimdeki yük, bedenimin her yanına dağılmaya başladı. En basitinden bir iş bile öyle zor geliyordu ki gözüme. Yeterli para biriktirmeden kutsama da yaptıramazdım. Ama bu haldeyken para da kazanamıyordum. Zor mu zor bir durumdu bu. Tarlayı sürmeye çıkıyordum lakin işimin yarısında zihnim uzaklara dalıyordu. Tarlanın ortasında bostan korkuluğu gibi dikiliyordum. Bir keresinde iki saat öylece dikilmiştim. Çocuklar korkuyla babaannelerine kaçmışlardı. Ev halkını fena korkutmaya başlamıştım. Ayaklı bir lanettim ben, işe yaramaz bir çarpılmış.

Birkaç ay farkına varmadan geçiverdi. Yine tarlada düşüncelere daldığım bir vakit, yaşlı komşum Tuktuk uğradı. O da benim gibi gönül yükü ağır olanlardandı. Güç bela doğruldum yerimden. Koşmaktan kıpkırmızı kesilmişti ihtiyarın suratı.

“Hayrola?” dedim.
“Hayır, hayır! Büyücü adamı yakalamışlar. Tapınakta asılacakmış. Haydi izlemeye gidelim.” “Şimdi mi asılacak? Mahkeme filan yapmayacaklar mı?” Takatim biraz yerine gelmişti.

“Bilmem de adamı son bir kez görelim. Şandi Kadın diyor ki asılmadan önce ifriti de çıkaracaklarmış. Adamın gözleri ardına dönecek ve tirtir titreyecekmiş. Çok heyecanlı, haydi gidelim. Belki bizim de üzerimizdeki büyü kalkar.”

“Olur!”