15 Kasım 2023

Limon Çiçeklerini Vurdular

Yazar: Hatice Hazal GÖKÇİMEN

ARALIK 1917/İSTANBUL

«En kötü haberler, sonrasında vicdan azabı çekmeniz için, tatil günlerinde gelir.»

Kış İstanbul’u vurunca, ayaza ve uzun uzun uzun uzayan çalışma saatlerime çelik duvar gibi dayanan vücudum birden kaskatı kesildi. Payitaht’ın soğuğunu unutmuş olmalıydı, hatırlayınca ise iş işten geçmişti… 

Başta iyiyim sanmıştım ancak çelikten duvar titremeye başlayınca çalışırken burnumun direği sızlamaya, gözlerim dolmaya, başım -Çanakkale’den kalma yaranın arada beni yoklaması gibi- ağrımaya başladı. 

Sonunda olan oldu, bir sabah yataktan kalktığımda güneşi tepemde buldum. Gözükmüyordu ama illaki oralarda bir yerlerde olması lazımdı. Beni kaldırmadığı için sevgili Gülnihal’e çatacak kadar bile takatim yoktu. Sadece:

«Allah aşkına ayağa kaldır beni. Muhakkak gitmem lazım.» diyebilip yatağa bırakmıştım kendimi. O da şifalı elini alnımda gezdirip alnını kırıştırmış:

«Bugün kabil değil gidemezsin, dinlenmelisin.» demişti. 

«Ben cepheden dönmüşüm, karargahtan mı dönemeyeceğim?» diye mırıldandım. 

«Bak işte ateşin var, sayıklıyorsun.» 

Karşı çıkmadım. Doğrusu çıkamadım. O günü yatakta geçirdim. Kabuslarla… Senelerdir, noksansız, her gece istenmeyen bir misafir gibi zihnimi kollayan kabuslar… 

İkindiden sonra biraz gözümü açınca en son ne zaman böyle olduğumu düşündüm. Yıllar önce, talebeykendi galiba. Bir hafta okula gidemediğimi hatırlayıp titredim. 

Gülnihal, ilk defa olarak hasta çorbası yaptı bana. Bu kadar güzel çorba yapmayı ne zaman öğrendin? Sıhhiye çadırıda, çamların altında, veya bilmem nerelerde; acısı keskin, vaziyeti muğlak bir ıstırap içinde kıvranırken niçin gelip içirmedin bana? Senin hayalin bile beni iyi etmeye yetiyorken hem de…

Utangaç bir şekilde vuruldu kapımız. Gelişinden tanıdım Osman’ı. Hep aynı mahcubiyet, aynı bakış…

İçeri girince selam verdi. Şakayla karışık azarladım:

«Neredesin be Osman, kumandanın ölse haberin olmayacak!» Başını eğdi. Ah Osman, canım Osman. Düşmanın karşısında arslan kesilen, en önde savaşan ama en çok bir canı incitmekten çekinen Osman…

«Kusura bakmayın kumandanım. Gelirsiniz sandım, bekledim.» Kollarımı iki yana açtım. 

«Görüyorsun ya… Kurşun bizi yıkamamış dedik, İstanbul’un ayazında devrildik. Var mı bir haber?»

«Bekliyoruz kumandanım. Hayrolur inşallah.» İçimde bir şeyler çağladı, gözlerim doldu. Olduğum yerde hırsla doğruldum:

«İslam’ın son kalesi yıkılmamak için direnirken bizim halimize bak Osman!» Sustu. Gülümsedim. 

«Amin Osman, eyvallah…» Biraz konuştuk. Halimi hatırımı, bir ihtiyacım olup olmadığını sordu. Akşam gazetesi almış bana, onu verdi. Sonra aynı mahcubiyetle selam verip kalktı. 

«Allah izin verirse yarın gelirim.» dedim. «Gelemezsem sen uğra ama!» diye seslendim. Kapı aralığından göründü:

«Emredersiniz kumandanım.» 

 

Sabah iyiceydim ama Gülnihal yine bırakmadı. Gidersem mümkün değil iyileşemezmişim. Memleketin kurtuluşu şifayı kapmış bir subayın eline mi kalmışmış. Ah Gülnihal ah…

Yıllar önce okuyup ezberlediğim bir şiirden bir mısra dolandı dilime kahvaltı sofrasında. 

«Burası Kudüs’tür, korur kendini: Roma’dan, Fars’tan…»

Nanesiz çayımdan tereddütlü bir yudum alırken kara tren habercisi bir yumruk dayandı kapımıza. Kimin geldiği belli değildi çalışından. Gülnihal’i durdurup ben geçtim kapının arkasına. 

Büyük yanılmışım: Osman! Elinde telgraf kağıdı, Necef’ten koşup gelmiş gibi nefes nefeseydi.

«Kumandanım!» dedi. 

«Mağlup olmuşuz, Gazze’ye girmişler! İngilizler Gazze’ye girdi!»

Oracığa, kapının eşiğine çöküverdi. Kanlı gözlerini dikti gözlerime:

«Emanete sahip çıkamadık kumandanım. Düşman, girdi işte Gazze’ye!» 

EKİM 2023/İSTANBUL

«Filistin bir sınav kağıdı, her mümin kulun önünde» Oturduğu sıradan hışımla kalkıp sınıfın ortasına attı kendini ve haykırdı:

«…Biz şimdi, sınıfta mı kaldık Osman?»