20 Şubat 2024

Mevalinin Kabile Arayışı

Yazar: Kübra İLERİ

Gözümün gördüğü, kulaklarımın duyduğu, aklımın binlerce his arasından hangisine tercüman olunması gerektiği komutunu dilime verdiği hak ve hakkaniyet çizgisinin; ihlal kurallarına rağmen kalbimin durmadan çalıştığı bir noktada uzuvlarımın hareketsiz kalışını şaşkınlıkla izliyorum. Gözyaşlarıyla mürekkep, yaşadıklarıyla bir kalem dokunuşu, herkese ses olmayı beklerken kendi sesinin duyulamayışını, binlerce defa ahtan ve ahde vefadan arda kalanlarla yetinmenin, yarın düzelecek umuduyla bekleyişinin sessizliğiydi. Hayat yaydan çıkan bir ok haline gelmişken, görmezden gelinen yetimlerin hikayeleri, birileri yaşasın diye ölen insanların sessizliğiyle saklıydı. Yaşayanların yaşamayanlardan beklediği umudu hangi çaresizliğin diliyle anlatayım? Herkesi yetiştiren bir anne babanın yetiştiremediği evlatlarının duyguları başkalarıyla yaşarken gördüğümde hangi dersi vereyim? Dünyanın doyuramadığı yetimleri, dünyanın büyütemediği yetimleri; yetimlerin hangi tonundan büyüttüğünü, doyurduğunu yazayım? Kalemin keskinliği gözlerim ihtişamının ezikliğinden mütevellit yazılırken bir gün bir kağıt parçasında hak yerine buldu denmesi için bir insan ömrünün hiçe sayılışını hangi alfabeyle dile getireyim? “Bugün bir şey yapmalıyım, yarın bir şeyler yapmalıyım, insan olarak bir şeyler yapmalıyız.” adı altında giydiğimiz unvanları, hangi isimleri nitelerken kullanalım? Hangi rozetin bir insanın hayatını kurtarmasını beklerken diğer tarafta enkaz altında kalan hayatların dersine tahtalarda mürekkepleri bitirerek, tebeşir tozlarını yutarak aktaralım? Bir gün hiç yazılmamış olan yazıların umudunu paylaşmakla geçen ömrümüzün, her zerresine her kaderine acılarla yazdığımız satırları tebessümlerle okumanın hüznünü hangi çağda yaşayalım? Teneşirde uzanan bir mevtanın günahı ve sevabını hangi kefede tartıp da kaçıncı toprak rengine layık görelim? Haksızlıklar karşısında susmanın, insani nezaketin yitirildiği bu çağlarda çekilen bütün acıları süslü cümlelerle aktarmakla, inci tanelerini fidan diye toprağa ekerken kaybolan her şeyin yeniden yaşanması için öğrenilmesi ve öğretilmesi gereken binlerce yazıdan bir tanesini maden ocağının taşlaşmış soğuk duvarları arasında bir nefes misali saklıyorum. Yalnızlık içindeki yalnızların, her tarafta yaşam mücadelesi verirken bir başına bırakılmış evsizlerin, kendi unvanları adı altında haklarını savunan insanların ihmal edildiği şu dünyanın bir çağının kapandığı noktada yeni bir çağ açılmayacağını; Taif taşlarındaki hırçınlığın, öfkenin ve zalimliğin sırlarına mahkûm ediyorum. Günler, geceler üzerine örtülüyken; yaşamlar, gündüzler üzerine örtülüydü. Binlerce kelimenin arasında varım, varız, saklıyım ve saklıyız. Adalet duygusunun yerleşemediği topraklarda melek olarak toprağa veriyorum duyguların en güzelini. İnsanların kalplerinde ve zihinlerinde bütün insanlık kendi tarihine bir senaryodan ibaret sanarken, unutulmak için yaşanan binlerce ahı ve vefayı bir daha unutulmamak ve unutmamak üzere bırakıyorum. Hakkı gasp edilen insanların konuştuğu ömrünün geri kalanını getiremeyecek olsa da kalan ömrünü derin bir nefes alarak yaşayacak insanların hakkını alarak konuştuğu bir sonraki nesile para ve maldan daha fazla adalet duygusunun yerleştiği bir dünyada yaşamanın özlemi ve temennisiyle tarihin figanlı sayfalarına not düşüyorum…

 

Umutsuz şarkılar ezberletilirken bir nesile, söylerken buluyorum kendimi:

Adreslerin bir yenisini ekliyorum satırlara.

Çıkmaz sokaklar ve bekleyişlerle dolu duvar arkası yazılarda…